Zorbalık Dünyanın Her Yerinde Aynı Dili Konuşur

Yaşar Gülmez

Şöyle güzel bir film bulup, kendi kendime kültür sanatla dolu bir akşam geçireyim diye film aramaya başladığımda, gördüğüm bir tanıtım afişindeki yazı dikkatimi çekti. Bazen afişe göre film seçip, izlemişliğim oluyor. Siz de afişte ‘aile kendi yaptığınız/seçtiğinizdir’ cümlesini görseniz durup bakmaz mıydınız? Ben durup baktım ve bu kararım iyi ki ile biten bir akşam geçirmeme vesile oldu

Adeta fırından yeni çıkmış, taptaze bir film olan Palmer’dan bahsetmek istiyorum biraz. Yönetmenliğini Fisher Stevens’ın yaptığı filmin, senaryosu ise Cherly Guerriero’ya ait. İşlediği bir suçtan dolayı uzun yıllar hapis yatan Palmer (Justin Timberlake), şartlı olarak tahliye edilir ve küçük kasabasına geri döner. Yeni bir başlangıç çabası içerisindeyken yolu Sam (Ryder Allen) ile kesişir ve böylece hikayemiz başlar. Evet, “hikayemiz” diyorum, çünkü hiç abartısız, hatta eksiği olan bizim hikayemiz bu. Üvey babasının deyimiyle ‘queer’ olan Sam’ın yaşadıkları, hikayesi, çocukluğumuza, ergenliğimize bir yolculuk gibi. Tamam, fazla spoiler vermeyeceğim, sadece listenize alın ve izleyin derim. Zira çokça vurgusu yapılan akran zorbalığını ve küçük yaşlarda maruz kalınan şiddeti pornografikleştirmeden anlatan bir film. Yazının bundan sonrasında Palmer’ın bende uyandırdığı hislerden, hatırlattıklarından bahsedeceğim. 

Bir kaç gün önce lubunya bir arkadaşımla çocukluk, okul, ergenlik dönemlerimiz üzerine sohbet etmiştik. Onun İzmir’de, benim Dersim/Elazığ’da yaşadıklarım ve Sam’in ABD’de yaşadıkları öyle benzer ki. Dünyanın her tarafındaki bu ötekileştirme, bu nefret, bu cehalet, bu zorbalık aynı dili konuşuyor, aynı yöntemlerle bizi yaralıyor. Hele de söz konusu çocuklar ise onarılmaz yaralara sebep oluyor. Öyle diz yarasına falan benzemeyen, öpünce de geçmeyen cinsten…

Sam’ın maruz kaldığı zorbalığı izledikçe, üstünü örttüğümüz, halının altına süpürdüğümüz ve belki de hatırlamak istemediğimiz çocukluğumuz geliyor gözümüzün önüne. Biz diyorum, çünkü arkadaşlarımdan da hep benzer hikayeler dinledim bugüne kadar. Yaşadıklarımız birbirine çok benziyor. Alay konusu olan sesimiz, hareketlerimiz, tavrımız, beğenilerimiz… Saldırganların bize bir silah gibi doğrulttuğu varlığımız. Oysa ne olan bitenin farkındaydı çoğumuz ne de farklılığımızdan haberdardık. Birkaç gündür payıma düşenleri anımsayıp duruyorum bu vesile ile.

Anımsadığım bir diğer şey de Jamel Myles oldu. İlk öğrendiğim andan itibaren dönem dönem aklıma gelen, geldikçe acı veren hikayesi…. 2018 yılında ve henüz dokuz yaşındayken hayatına son veren o çocuk. Jamel, eşcinsel olduğu için okulda arkadaşları tarafından sürekli zorbalığa maruz kalır ve ‘kendini öldür’ telkinlerinde bulunulur. Onun bu nefrete karşı cevabı -ne yazık ki-  hayatı olur. Irmağına karışamadan kuruyan bir dere misali. Benim aklımda hep, acaba ne düşündü, nasıl bir mesaj vermek istedi bize?’ sorusu. Sizin de aklınızda olsun, mücadele gerekçelerimizden biri de Jamel olsun!

Sonra şu an dünyanın farklı farklı ülkelerinde, şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde en savunmasız halleriyle bu zorbalığa maruz kalan, bununla baş etmeye çalışan binlerce çocuk düştü aklıma.  

Acaba kaçına lakap takıldı? Kaçı ‘erkek Fatma, kız Ahmet’ oldu? Kaçı alay konusu olan sesinden utanıp, az konuşur oldu? Kaçı bu zorbalıktan kaçıp, sevdikleri oyunu bırakıp eve sığındı?

Kaçı saçma sapan tedavilere maruz kaldı?

Kaçı cerrah masalarında kendilerine uygun görünen cinsiyetle kalktı?

Keşke dokunabilsek hepsine, koruyabilsek. Korkma diyebilsek mesela, yalnız değilsin, yanlış değilsin, korkma! Sendeleyerek, düşe kalka yürüdüğün bu patika büyük büyük caddelere, meydanlara çıkacak. Sana dayatılan o karanlığa hapsolma, renklerine sarılmaya devam et, inan, pes etme diyebilsek mesela. 

Hani sıkça söylenir ya ‘çocuklar acımasızdır’ diye?  Öyle mi peki? Ya o çocuğu yetiştiren, eğiten, kültürlerini aktaran ebeveynleri,  o ‘kutsal aileleri’ çok mu şefkatli, sevecen? Kendinden olmayana, kendine benzemeyene yaşam hakkı tanımayan toplumları, ahlakları peki? Acımasız olan tam da bunlar değil de nedir? O ‘acımasız çocuklar’ sizin yansımanız, kusura bakın, bu zorbalık sizin eseriniz yetişkinler!

LGBTİ+ çocuklar var. Doğmaya, büyümeye devam edecekler. Kız gibi oğlanlar da olacak, erkek gibi kızlar da… Bu tanımlara sığmayanlar da…

Mavi rengi seven kızlar da var, pembeyi seven oğlanlar da. Karanlığınız bu renkliliği boğmaya, varlığımızı silmeye yetmeyecek. İzin vermeyeceğiz!

Son söz olarak da eklemek isterim: Sam’leri hem akranlarının hem de yetişkinlerin zorbalığından koruyup, kollayan Palmer’lar da iyi ki var. Hep var olsunlar.

Author

Bir Cevap Yazın