Kim? Germaine Dulac’ın etkileyici bir profili var. Siyahlar içinde, kısa kesilmiş ve bir tarafa taranmış saçlar, boynunu rahatça sarmış bir kravat. Göğsünün üzerine bir çiçek iliştirilmiş, bir eli gevşek bir biçimde pantolonunun cebinde, diğer eli masaya dayalıyken resmin çerçevesinin dışına cüretkâr bir şekilde bakıyor . Yenilikçi teknikleri ve keskin fikirleri ile 1920’lerin avangart sinemasının önemli bir figürü olan Dulac ilk feminist yönetmen, kuramcı, gazeteci, editör ve fotoğrafçılardan biriydi. Dulac kendi değerini biliyordu. Queer bir kadın olarak queer bedenleri ekranın tam ortasına koyarak ve filmlerindeki toplumsal cinsiyet beklentilerinin sıklıkla sorgulanması yoluyla bu rollerin tartışılması konusunda etkili oldu.
Büyükannesi tarafından Paris’te büyütülen Dulac henüz 10 yaşındayken bir fotoğraf makinesi aldı. “Zamanımı gördüğüm her şeyi fotoğraflayarak geçirdim” diyen Dulac sonrasında şöyle de yazdı: “Işığın gizemini, güneşin ateşini, gölgeleri ve jestleri yakalayabileceğini bildiğim küçük kara bir kutuyu kalbimin üzerinde taşıyarak dünyadaki tüm mutluluğa sahip olduğumu sanıyordum”. Dulac Belle Époque döneminin Paris’inde büyüdü ve Loe Fuller ve Isadora Duncan gibi avangart dansçılar ona ilham verdi. Zaman, yeniliğin ve korkusuzluğun zamanıydı: Picasso sadece mavi boyuyordu, elektrikli lambalar günlerin hemen bitmesini engelliyordu, arabalar artık atsızdı, uçaklar gökyüzünde cirit atıyordu ve daha da önemlisi fotoğraflar hareket etmeye başlamıştı. Dulac’ın kameraya olan ilk aşkı o henüz 12 yaşındayken Le Grand Café Capucines’te ilk halka açık film gösterimini gördüğünde başladı. Bu karşılaşma “izini bıraktı” ve kısa bir süre sonra kendi deyimiyle “ritmik imgelerden oluşan görsel bir senfoniyi, ‘integral filmi” yaratmaya karar verdi. Pathé’den Ciné-Studios’a kadar herkesle birlikte çalışarak 30’dan fazla film, belgesel ve haber bülteni yönetti.

Ne? Bu ay Lincoln Merkezi Film Derneği ve New York’taki Fransız Büyükelçiliği Kültür Hizmetleri şimdilerde ilk sürrealist film olarak görülen La coquille et le clergyman gibi klasikleri de içeren ve Dulac’ın çalışmalarının olduğu bir retrospektifi gösteriyor. Filmin 1928’deki ilk gösteriminin etkisi o kadar büyüktü ki meşhur Ursulines Stüdyosu’nda, nedeni hala tartışılan ve Dulac’ın bir kadın olarak yönetmenlik yapmasından mı yoksa işlediği konunun (film bir rahibin erotik fantezilerinin izini sürüyordu) tartışmalı olmasından mı koptuğu hala tartışılan bir isyan patladı.
O gece filmi kaç kişinin izlediği belli olmasa da dalgalanan suyun parçalı montajı, cam kırıkları, nefeslerin kesilmesi ve şok edici bu konu bir sonraki yıl Un Chien Andalou’yu yayınlayacak Luis Buñuel ve Salvador Dalí’ye ilham veren görsel bir şölen sağladı. Dulac’ın kadınının gömleği yırtılıp açılsa da göğüslerinin üzerine hemen deniz kabukları yerleştiriliyordu. Dalí ve Buñuel için saldırılan kadının bedeni herkesin görmesi için çıplak kalır, göğüsleri kalçaya dönüştürülür: saklanacak hiçbir yer yoktur. Dulac’ın kadını ise dönüşümleri tarafından korunan efsanevi bir Daphne olur. Yönetmenlik yeteneği ise karakterin boynunun bir ev olmasını, yüzünün ise kırılan bir cam şişe olmasının alanını açar. Saldırganın tüm çabalarına karşı koymak adına o dokunulmaz kalır.
Neden? Dulac, yakın zamana kadar, çoğunlukla film tarihinin dışında yazılmıştır. Sadece seçilmiş filmleri halkın erişimine açık olduğu için, 1966’da geniş arşivleri halka açılmadı ve etkisinin boyutu görünür hale gelemedi. Dulac sinemanın “gerçeği yaratan bir sanat” olduğunu ilan etti ve dünyada görmek istediği gerçekleri yaratmak adına bu potansiyele sarıldı. Filmlerinin “duyarlılık şokundan” doğmasını istedi ve bu yaz gösterilen filmler bu ifadeyi yeteri kadar destekliyor. Princesse Mandane (1928) isimli filmi, Pierre Benoît’in L’Oublié (1922) romanının sapphic bir ters köşe ile yönetilmiş serbest bir uyarlamasıdır. La Belle Dame sans merci (1921) haksızlık edilmiş bir eş ve metresin ikili sesini tasvir eder. La Souriante Madame Beudet (1922) evliliği içinde kapana kısılmış gibi hisseden bir kadının hikayesini ortaya çıkarır. Onun kadınları sık sık, tıpkı Dulac’ın kendisi gibi, pantolon giyer; avarelik eder, Paris’in sokaklarında korkmadan dolaşır, sigara içer, tek başına alkol kullanır, kimi isterse onu öper, her şeyi sorgular ve erkeklere itaat etmek yerine onlarla yüzleşir. Dulac çalışmaları sayesinde ekranda yeni bir biçimde kadınları görünür hale getirdi. Filmlerinde, beklentileri kıran, rollere göre oynamayan, kendi hikayelerini performe eden kadın karakterlere yer verdi.
Lincoln Merkezi Film Derneği ve New York’taki Fransız Büyükelçiliği Kültür Hizmetleri’nde düzenlenen Dulac filmleri etkinliği vesilesiyle “How Queer Filmmaker Germaine Dulac Kickstarted Surrealist Cinema” başlıklı bu yazı, 22 Ağustos 2018 tarihinde AnOther sitesinde yayımlandı.