Semih Özkarakaş’ın Çizgili Drag Şovuna Hoş Geldiniz

Söyleşi: Bawer Murmur

Çizimlerini heyecanla takip ettiğim Semih Özkarakaş’la söyleşi yapmaya giriştiğimde henüz mevsim kıştı ve dünya koronavirüs nedeniyle tepetaklak olmamıştı. Velvele’nin ilk günlerinde ona yer vermeyi çok istemiştim ancak salgınla birlikte başlayan süreç hepimizi bir yerlere savurdu, kaygılar arttı, bujiler yandı, korku dağları kemirdi. Nihayet biraz sakinleşebildiğimizde bir şekilde soruları yanıtlarıyla buluşturduk.

Baharda aslında yanıtlar hazırdı ve geriye editleyip yayımlamak kalmıştı. Ama işte bazen dile böyle kolay gelen işler dünyanın en zor şeylerine döndüğü için, talihsiz serüvenler söyleşisinde bahar mevsimini de hiç ettik bir şekilde. Yaz geldi, çok sıcak oldu. Hala salgın var, kaygılar baki… Ama olağanüstü keyifli bir Onur Haftası geçirdik, kötü giden günlere merhem oldu. Oradan aldığım gazla söyleşinin başına oturdum.

Semih’e biraz kendinden bahseder misin diye sordum.

“Merhabalar, ben Semih Özkarakaş. Bursa’da yaşıyorum ve burada LGBTİ+ ve HIV aktivizmi yapıyorum. Özgür Renkler LGBTİ+ Derneği’nde uzun süredir örgütlüyüm ve derneğin tam zamanlı kolaylaştırıcısıyım. Galya isimli bir evcil hayat arkadaşım var, veganım ve Kaos GL’de ‘Lubunya Çizgiler’ adında bir köşede çiziyorum” diye yanıtladı.

İşbu söyleşi lubunyalara güç veren ve iyi hissettiren işleriyle bu yanıtında çok daha fazlası olduğuna şüphe duymadığımız Semih’i biraz daha yakından tanımanıza vesile olmayı umuyor. İyi okumalar…

Çizmeye ne zaman, hangi motivasyonla başladın?

Aslında çocukken en sevdiğim şey çizmekti ve belli bir döneme kadar da ressam olmak istiyordum. Fakat endişeli liberal aile fertlerimin sürekli ‘’Ressam olup da aç mı kalmak istiyorsun?’’ diye darlamaları üzerine resim alanında ilerleme şansımı geri çevirdim. Üniversitede tarih bölümüne başladım. Sonra kader işte, sivil toplum alanında ilerledim. Buna karşın çizim içimde hep ukdeydi. Arada kendime resim defteri ya da boya kalemleri alıyordum ve bunlarla çizimler yapıyordum. Dijital çizimin imkanlarını ve mümkünlüğünü ise Aslı Alpar sayesinde keşfettim. 2013’ten sonra sokaktaki mücadelenin daraldığı, sokağa çıkmanın engellendiği, onur yürüyüşlerinin ve LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklandığı ve üstüne yetmezmiş gibi OHAL’lin geldiği dönemde kendimi çok sıkışmış hissetmeye başladım. Bu süreçte çizimle derdimi anlatabileceğimi ve onu bir mücadele aracı olarak kullanabileceğimi fark ettim.

Aslında oyalanmak ve belki Özgür Renkler Derneği‘nde LGBTİ+, HİV aktivizmi ya da savunuculuk yaparken kullanacağım bir araç olarak da kullanabilir miyim diye düşündüğüm çizimler yatağını bulan su gibi oldu biraz. Çizdikçe antidepresan etkisi yarattığını fark etmem de biraz bonusu oldu.

Lubunyalar için, sanatsal üretimlerde de birçok alanda olduğu gibi hep bir zihinsel bariyer oluyor. Birçoğumuz ailelerimiz, toplum ve devlet tarafından desteklenmediğimiz için bir şeyleri yapabileceğimize dair inancımızı çok geç kazanabiliyoruz. Sende nasıl gelişti bu süreç?

Ben bütün bu kaygılara, bariyerlere, engellemelere, desteklememelere, özgüven kırmalara rağmen her lubunyanın birer “hayatta kalan” olduğunu düşünüyorum. Çünkü lubunyalara yönelik o heteronormatif ve cisseksist talepler hiçbir zaman bitmiyor. Mesela bana karşı çocukluğumdan beri ‘’erkek adam ol’’ beklentisi bir yerden sonra çok yıpratıcı olmaya başlamıştı. Bunlar ailenin de (aslında akrabaların), çevrenin ve yasal otoritelerin de dayatmaları aynı zamanda. Bu beklentileri karşılamayı reddettiğinde de destek kanalları azalıyor, yalnızlaştırılıyorsun ve içe dönük birine dönüşüyorsun. Bu noktada o zihinsel bariyer varlığını göstermeye başlamış oluyor. Ben tam senin de dediğin gibi bu bariyerler ve yarattığı inançsızlıktan ötürü çizmekten çok korkuyordum.

Bizi destekleyecek, güçlendirecek ne bir mekanizma var ne birileri. Ayrıca bunlar bir yerde de yazmıyor ki okuyup bilinçlenelim, cesaret bulalım, harekete geçelim. Maalesef uğruna mücadele etmemiz ve ekstradan emek harcamamız gerekiyor. Zihinsel ve fiziksel olarak onca yalnızlaştırmanın sonunda kendimizi iyileştirmek için örgütlenmeyi ve güllümü, savunmak için de madiliği kullanıyoruz. Ve bence lubunya olduğumuz için –Britney Spears’ın da dediği gibi- dünden de daha güçlü oluyoruz.

Bir de tabii kendi yolumuza koyduğumuz bariyerler var. Kaygılı biriyim. En büyük kaygım da ifade özgürlüğüne erişimin kısıtlı olduğu bu coğrafyada çizdiğim bazı şeyleri paylaşıp paylaşmamak konusunda su yüzüne çıkıyor. Otosansür öyle içimize işlemiş ki bazen fikir aşamasındayken çizmekten vazgeçiyorum. Bu beni çok üzen, cebelleştiğim bir durum.

LGBTİ+’ların günlük hayatlarından kesitleri, kafa karışıklıklarını, iç şişmelerini çok güzel yansıtıyorsun. Günlük hayatın da özel alanın da bizler için politikleştiğini gösteren çok güzel detaylar/hikayeler oluyor işlerinde. Beslendiğin şeylerden bahseder misin biraz?

En temel besin kaynağım lubunyalığım ve lubunyalıklarımız. Bu hem çok organik hem de politik bir şey. Öylesine çizdiğim şeyler bile otomatikman politikleşiyor. Çünkü ben Lubunyayım. Bunu da şöyle fark ettim; ilk zamanlarda çizimlerim hakkında başka bir çizer şöyle yorum yapmıştı ‘’bence çok güzel çiziyorsun, çok başarılısın, çok çok da iyi olacaksın ve böyle hep kendini çiz. Sadece bazı şeyleri çok göze sokmamanı tavsiye ederim’’. O an o kişiye çok saygı duyup sevdiğim için alık gibi atlayıp mutlu olmuştum ve teşekkür etmiştim. Ama iki gün sonra ‘’ayol ne demiş bu denyo öyle’’ diye bi’ kendime geldim. O çizer kendimi çizmemi ama bunu törpüleyerek yapmamı istiyordu. Günün sonunda da günlük anlardan, kafa karışıklıklarından, iç şişmelerden veya özel mevzulardan esinlenip çizdiğim her şey kendi kendine, adeta eşyanın tabiatı gereği politikleşiyor. Bu yaşadığım süreç beslendiğim ana kanalım.

Popüler kültür, klasikleşmiş film sahneleri ve magazin dünyası da yine beslendiğim damarlar. Madonna, Britney Spears, Lady Gaga gibi sevdiğim pop ikonlarını da anmadan geçmek istemem. Tabii aktivizm de benim için dev bir kaynak. Özellikle HIV, LGBTİ+ ve transfeminizm beni çok fazla besliyor.

Öfke, sıkılmak, heyecan, cinsellik, yalnızlık, anlaşılamamak, anlatamamak, sosyal medya tartışmaları, ilişkiler… işlerinde bunlara sıklıkla yer veriyorsun. Çizmek senin hayatla kurduğun ilişkiyi kolaylaştırıyor mu? Çünkü çizimlerinin onlara bakan insanlarda bir yalnız değilmişim hissi yarattığını düşünüyorum. Sana etkisi nasıl oluyor?

Evet, hayatla kurduğum ilişkiyi gerçekten de kolaylaştırıyor. Maşallah, şu an için en büyük motivasyonum çizmek. Çizmeseydim sıkıntıdan ölürdüm kesin. Çünkü hayata karşı bazen sesim kesiliyor, kısılıyor ve sesim çizimlerim oluyor. Erişim açısından sosyal medyanın çok fazla demokratikleştiği bir çağda da hayatla kurduğum iletişimi kolaylaştırıyor. İnsanlar erişebiliyor ve bir anda ‘’ben de böyle hissediyorum, aynı ben, bana da oluyor’’ gibi şeyler söylüyorlar. Bazen ben hiç bu açıdan düşünmemiştim diyenler olur bazen de şu çizimin bana çok yardımcı oldu diyenler… Mücadele ettiğim hayatla ilişkim sayelerinde kolaylaşıyor.

Ben aslında çizim yaparken bir drag persona oluşturduğumu düşünüyorum ve drag performansı yapıyormuş gibi hissediyorum. Hornet halleri üzerine Müge Anlı olarak çizebiliyorum kendimi, bifobiye karşı 2007 döneminin Britney’i olabiliyorum, Diyanet’e karşı Bihter oluyorum, TERF (Trans dışlayıcı radikal feminizm/feminist) J. K. Rowling’e karşı Slytherin oluyorum ya da en önemlisi; dead drop yapabiliyorum çizerken. Ben eğleniyorum diye insanlar da eğleniyor ya da çizimlerim bazı kişilerin de ortak ifadesi olabiliyor.

Peki seni çizmeye teşvik eden ya da çizerken ilham aldığın, etkilendiğin isimler var mı?

Olmaz olur mu? Queer Habibi, eskisi gibi çizmese de Saint Hoax ve rahmetli Keith Haring ilk aklıma gelen isimler. Zihin açıcı cesur işleri bana ilham veriyor.

Hem çizdiklerin hem de vakit ayırıp sorularımı yanıtladığın için teşekkür ederim. Velvele okuyucularına son sözlerinle bitirelim mi?

Bana sayfalarınızı açtığınız için asıl ben teşekkür ederim. Sabır gösterip bu söyleşiyi okuyanlara da tabii… Çizdiğim her şey sizler sayesinde anlam kazanıyor. Daha güzel günler için mücadele etmeye ve çizmeye de devam! Sevgiler…



Semih Özkarakaş’ın işlerini Instagram‘dan takip edebilirsiniz.

Author

  • Bawer

    Velvele Kurucu Yayın Yönetmeni, gazeteci, çevirmen, editör, LGBTİ+ ve göçmen hakları aktivisti.