Benim kuir gurbetim: Kendinde evi aramak

On yıl evvel kalkıp göç ettiğimde ne için buralara geldiğimi henüz bilmiyordum. Geri dönme fikri de aklımda yoktu. Daha neden buraya geldiğimi anlamadan her gün geri dönmeyi düşünüp düşünmediğim sorularına yanıt vermem gerekiyordu.

Şehirle ilişkilenmemin değişkenliğinin ve güçlüğünün beni ben yapan kuir yanlarımdan kaynaklandığını anlamam yıllarımı aldı. Çünkü kuirliğime nasıl baktığımı anlamam çok uzun sürdü. Göç hikayem kuirliğimde evi aradığım bir yolculuğa dönüştü.

Ben içimdeki ev hissinin neye benzediğini çocukluğumu geçirdiğim evde bulamadım. Söz konusu ailem olunca ve biseksüel bir kadın olarak normların bana dayatıldığını hissettikçe daha da korkup kaçtım. Göç hikayem, ailemin torun baskısı, dolmuştaki teyzenin “evli misin” sorusu olmadan bir hayat yaratma telaşımdı. Türkiyeli kimliğimle Türkiye’de çoğunlukla evimde hissediyordum ama biseksüel bir kadın olarak evimi orada bulamıyordum. Ailemin, arkadaşlarımın, partnerlerimin ve kariyerimin bana biçtiği rolleri aşıp bunlardan ayrı bir ben tanımına erişemiyordum. Bu yüzden ev hissini, evin dışında bir yerde bulmak benim için daha olasıydı.

Gurbet bir sığınmadır. Herkesin sığınmaya karar vermesinin nedeni farklıdır. Biri diğerinden daha önemli, daha şerefli ya da üstün değildir. Çünkü iş sığınmaya geldiyse, diğer bütün yollar tükenmiş demektir.

Aile evinden çıkıp kendi evimi bulmadan önce bildiğim bütün ev tanımlarını geride bırakmam gerekti. Bu süreçte geride bıraktığım ezberlerin yasını yaşadım, her Türkiye’ye ziyaretimde evime yeniden veda ettim. Başka bir eve doğru yola çıktığımı içten içe biliyordum.

2014 senesinde yüksek lisans eğitimimi sürdürmek için Türkiye’den Berlin’e taşındığımdan bu yana, sıklıkla kim olmadığımı, ne olmadığımı ve nasıl da oraya ait olmadığımı bana hatırlatan deneyimler yaşadım. Temas ettiğim her bir kişiyle kendimi, kimliğimin her zerresini tekrar tekrar sorgularken buldum. Aslında kimseye benle ilgili fikrini sormuyordum. Fakat her nasılsa sıklıkla kendimle, kimliğimin farklı yanlarıyla ilgili dışarıdan yorumlar duyuyor; kendimi bunlar üzerine uzun uzadıya düşünürken yakalıyordum.

Türk fırınına poğaça almaya gittiğimde “Türkiye Türkçesi” konuşuyorum diye orospu damgası yedim. Orospuluk kutsaldır, gurur duyarım da, sanırım fırıncı teyzeyle benim tanımlarımız farklıydı. Türkiye’den gelen herkes orospuymuş, kızını asla İstanbul’a okumaya göndermezmiş, yoksa o da “benim gibi” olurmuş. Kafam karıştı. Halbuki İstanbul’a gelene kadar, Berlin her türlü eğlencenin her saat mevcut olduğu bir yerdi. Bu kaygılara sahip birinin içinde yaşadığı şehirden bi habermiş gibi bu lafları sarf etmesindeki abukluk bana, ilk kez gördüğü biri olarak hakkımda söylediklerine kulak asmamam gerektiğini söylüyordu. Fakat tadım kaçmıştı.

Bir defasında çay içmeye gittiğim bir kafede bir abla, “yabancıya benzememin”  Almanya’daki hayatımı kolaylaştıracağını söyleyerek benim adıma aşırı bir şekilde sevindi. Fotoğrafımı çekip sarışın Türklerin de olduğunu çocuklarına göstermek istediğini söyledi. O bunları söylerken bense bedenimi terk etmiş, kendime uzaktan bakıyor gibi hissettim. İyi niyetli bir yerden gelen bu içselleştirilmiş ırkçılığı duymak (ve ona maruz kalmak) hem buruk hem de bu adaletsiz düzene karşı çok kızgın hissettirdi. Hem bunu ona söyletenin Almanya’da maruz kaldığı ırkçılık olması nedeniyle ona sarılmak istedim hem de duyduklarım karşısında hissettiğim yabancılaşma nedeniyle oradan kaçmak. Sarsılmıştım.

Adres kaydımı yaptırmaya gittiğimde düzgün Almanca konuşamıyorum diye bir görevli bana asla Alman olamayacağımı söyledi. Metroda telefonda Türkçe konuşuyorum diye “burası Almanya burada Almanca konuşuluyor, sen ne dili konuşuyorsan oraya git” denildi. Bazen konuşmaya tenezzül bile etmediler, ittiriverdiler. Düzgün Almanca konuşmadım diye masanın karşı tarafında oturan devlet memurlarından yanıt alamadım. Yok saydılar. Türk bakkalına girdiğimde aksanımı duyunca buralı olmadığımın hemen belli olduğunu öğrendim. Hiçbir yere ait değildim. Hiçbir yere ait olmayan biri kendisiyle nasıl barış içinde yaşayabilirdi?

Türklüğüme ya da göçmenliğime gelen eleştirileri umursamıyorum. Kimse Türkiyeli kimliğimi onaylamak, anlamak ya da göç deneyimimi desteklemek durumunda değil. Hele misafir işçi olarak gelip Almanya’da hayatını kurmuş veya Türkiye’de azınlık olarak yaşamış birinin bana bu konuda hiçbir borcu yok. Misafir işçi olarak her türlü ayrımcılık ve zorbalığı yaşayarak; daha doğrusu bunlara rağmen hayatını kurmuş birinin bana baktığında kızmasını kişisel almıyorum. Herhangi birinin, tıpkı onun gibi Türkiye’den buraya gelen ancak daha ayrıcalıklı koşullarda göçmüş biri olarak bana baktığında kendi hayatlarını kurmanın ne kadar zor olageldiğini anımsamalarını garip bulmuyorum. Bunun, travmaların nasıl kolayca tetiklenebildiğini bilen biri olarak çok insani olduğunu düşünüyorum.

Kendi kuirliğime nasıl baktığımı ait hissettiğim tanımları kucaklayarak değil, ait hissetmediklerimi eleyerek bulabildim. Benim hikayemde, yolun çetrefilli ve uzun olmasının sebebi buydu.

Bütün bu temaslar yıpratıcı olsa da, esas zorlayıcı olan Berlin’in bana sürekli kuirliğimi sorgulatması oldu. Üstelik kuirliğime yönelik bu sorgulamalar sadece dışarıdan ve tanımadığım insanlardan değil; kendimi ait saydığım komunitemden geliyor, duyduğum argümanlar hiç tereddüt etmeden beni dışlıyor ve boşlukta hissettiriyordu.

O zamanlar bir erkekle güvenli ve uzun soluklu bir ilişkim vardı. Ona kimliğimle ilgili başından beri açıktım ve daha evvel, bir erkekle tek eşli bir ilişkide olmanın bende disfori yarattığını paylaşmıştım. İlişkimizin güvenli hissettirdiği bir dönemde karşılıklı anlaşmamız üzerine, kadınlar ve diğer kuirlerle görüşmeye başladım. Bu, hayatım için yeni bir evreydi ve bu nedenle beni korkutuyordu. Ancak yeni olanla beraber gelen korkuyu göğüslemeye hazırdım, heyecanlıydım.

Ancak bazı korkularım gerçek oldu. Bir defasında cis lezbiyen bir kadınla randevudaydım. Erkek arkadaşım olduğunu öğrenince bir anda suratı ekşidi. Başka bir gün başka bir kadın bunu duyunca kalkıp gitti. Bazıları garip sorular soruyordu. Erkek arkadaşımın kuir veya cis olup olmadığını merak ediyorlardı. Beraber olduğum kişinin benim kuir kimliğimle ne alakası vardı? Yanıtlamayı bıraktım. Nasılsa çoğunlukla tiksiniyor ya da kaçıyorlardı. Suratları değişirken ve kaçarken onları izledim. Bendim onları tiksindiren. Olduğum kişi. Kuirliğim. Biseksüelliğim. Çok afalladım, bazen de o tepkileri içselleştirdim. Aylarca evimden çıkamadığım dönemler oldu. Yeni biriyle tanışmaya cesaret edemez haldeydim. Hem kendime hem de o zamanlar beraber yaşadığım erkek arkadaşıma kızgındım.

Bir süre sonra, Türkiyeli kuirlerle tanışmaya başladım. Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Nihayet bir yerde kendime bir köşe bulabilirim diye hissediyordum. Hem Türkiyeliliğim hem de kuirliğimin bütün nüanslarıyla anlaşılır hissettirdiği, uzun zaman sonra ferah bir soluk gibi gelen arkadaşlar edindim. Yüreğim yumuşadı, kalbim ısındı, bana mis gibi bir zırıllık geldi. Kendimi bozuk değil de sevilecek biri olarak görebildiğim bu temaslar beni adeta iyileştiriyordu.

Ancak her temas böyle olmadı. Bir gün birinin beni hep ve yalnızca kadın sevmeye “teşvik” etmeye çalıştığı uzun bir konuşmanın ortasında buldum kendimi. Kadın kadına aşk kutsalmış. Hep erkeklerden mi hoşlanmışım? Kaç yıldır böyleymiş? Bu değişebilirmiş, yalnızca kadınları sevmeyi seçebilirmişim… Kurduğu kadın-erkek ayrımındaki trans/ne idüğü belirsiz dışlayıcı ve bifobik gürültü beni adeta sağır etmişti. Hiçbir zerresine katılmıyordum ancak yine de hırpalanıyordum. “E, ben zaten kadınları seviyorum, seni neden ikna etmeye çalıştığımı anlamıyorum,” dedim. Sesim sanki boşlukta kaybolup gitti. Yoldaşlığımız benim için orada bitti. Yeni ilişkilenmeye ve yavaş yavaş arkadaş olmaya başladığım ve bunun uzun soluklu bir dostluk olmasını umduğum bir arkadaşıma kötü randevu deneyimlerimi anlattığımda, bir lezbiyen olarak bir erkekle uzun ilişkide olan bir kadınla kendisinin de randevulaşmaya devam etmek istemeyeceğini söyledi. Arkadaşlığımız benim için orada bitti.

Kendimi evimden uzakta, gurbetteki kuir alanlarda, biseksüel kimliğimin geniş bir spektrumda yer alan, değişen ve dönüşen bütün yanlarıyla başkalarından kabul görmeye çalışırken buldum. Her reddedilişte bir o kadar inciniyordum. Her biten arkadaşlığımda neyden uzak kalmak istediğimi görüyor, ondan uzağa adım atıyordum. Kalkanlarım büyüyor ve artıyordu. Savunduğum şeyler güçlenip pekiştirkçe, taviz vermediğim alanlar netleşiyor ve kuirliğimi bir kale gibi inşa ediyordum.

Berlin’le bir aşk, nefret ilişkimiz var.

Berlin’deki göçmenlik deneyimim günlük hayatımda beni ben yaptığını düşündüğüm kimliğimin her zerresine tokatlar yediğim bir mücadeleye dönüştü. Eleştirilmeyen zerrem kalmayana kadar her yanım masaya yatırıldı. Zamanla, beni berbat hissettiren argümanların ben olmadığını anladım. Her duyduğuma inanmak zorunda değildim, anlamıştım. Kötü hissediyorsam kendime güvenmeliydim, o argümanda bahsedilen ben değildim. Böyle böyle uzun bir listede her bir seçeneğin üzerine tek tek çizik atarak geride kalanları görmeye başladım ve onlara sımsıkı sarılmayı öğrendim. Onlar ‘ben’i ben yapanlardı. Biricik gurbet deneyimim, beni kendimden daha iyi anlayabilecek ve biseksüelliğimi onaylayacak başka kimse olmadığına her gün daha net ikna oluşum, olumlu/olumsuz her deneyimde kendimle barışmaya yaklaşma sürecimdi. Berlin’e hissettim sandığım ama aslında biseksüelliğime yönelik o nefret hissi törpülenmeye başladı.

Göç hikayem, Türkiye’de bana biçilmiş roller, Berlin’deki Türkiyeliliğim ve kuirliğime atanan tanım ve önyargıların içinden geçe geçe kendimdeki kuir tanımını bulma yolculuğum oldu. On yıldır bunların içinde bata çıka kendi kalemi kurduğumu hissediyorum. Sandığımın aksine, göç deneyimim tonlarca önyargıyla boğuştuğum bir yola dönüşse de, her krizde kendime geri dönebildiğim bir yol bulabildim. Her temasta kendime bir adım daha yaklaştım.

Beni vaktiyle yıldıran her deneyime hala biraz öfke ve azıcık da minnetle bakıyorum. Şimdi artık beni ben yapan prensiplerden, beni kuir yapan her şeyden, en önemlisi de kuirliğimden adım gibi eminim. Bu yolun sonunda, bundan ala bir kazanımım olamazdı.

Fotoğraf: “Günbatımı bile biseksüel.” Puerto Viejo de Talamanca, Kosta Rika. 11 Haziran 2023. Gizem Özbek

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS”.

Author