O Kurnadan Bu Lubunyaya

Çocukluğuma dair belki de en net anım dedemle yaptığımız hamam sefası. Biyolojik ve toplumsal cinsiyete, ikili cinsiyet kavramına dair sorgulamalarım o gün başlamış olabilir. Hamam benim şimdiye kadar dahil olduğum en eril mekandı ve ben kendime, bana dayatılan öğretilere hiç bu kadar yabancılaşmamıştım. Aşırı feminen bir çocuk değildim ama toplumun kabul gördüğü ve doğru bu diye tasdiklediği o mavi renkli, tek tip oğlan çocuklarından da değildim. Maviyle pembenin bir karışımıydım. Renk paletimde maviye oranla pembe daha baskındı sanırım. Dans etmeyi ve şarkı söylemeyi çok seviyordum. Her yerde her koşulda dans edip şarkı söyleyebiliyordum.

Dedemle hamama gitmeden önce kafamda oluşturduğum hamam görseli çalgılı çengili, eğlenceli, danslı rengarenk bir yerdi. Yıkanıp, ardından çılgınlar gibi dans edip şarkı söyleyeceğimi düşünüyordum. Söyleyeceğim şarkıyı bile belirlemiştim; Sertab Erener’den “Every Way That I Can”.

Gördüklerim düşüncelerimle dalga geçecek kadar zıttı. Karanlık, kasvetli bir ortam, su sesleri ve arada sırada çıkan öksürük ve hapşırıklar dışında aşırı sessiz ve renksizdi. Eğlenmek için çok ciddi ve erkek bir mekandı. Oysa amcalarla, hamamın o müthiş akustiğinde “Sakın Ha” söyleyip dans edebilmeyi çok isterdim. Sadece erkeklerin olması bile benim için yeterince üzücüydü. Ben orada değil, Yeşilçam filmlerinde sonu kavgayla bitecek bile olsa Adile Naşit’in, Perran Kutman’ın yanında olup, dans edip şarkı söylemek isterdim. Benim için hamam öyle bir yerdi. 

Şimdi 23 yaşında düşününce hala cinsiyet gözetmeksizin herkesin dahil olabildiği özgür ve eğlenceli bir hamamda eğlenebilmeyi çok isterdim. 

Queer bir hamam hayal ettim; içinde bizim gibi çocuklar müzik çalıp dans ediyoruz. Her şeyden uzağız kalıplardan, kurallardan, ayrımcılıktan. Sevgiye yakınız, aşka  yakınız, eğlenceye yakınız…

İyi ki varız!

Görsel: Fiona Stanbury, “Women And Arches In The Turkish Baths”, 2008

Author