Türkiye’den Almanya’ya, Kimlikten Kimliğe

26.08.2021
İstanbul – Sabiha Gökçen Havalimanı

Bugün son kez Türkiye pasaportumla Türkiye’den Almanya’ya uçuyorum. Yarın sabah Münih Göçmenler Bürosunda randevum var. Resmi olarak Alman oluşumun belgesini verecekler. Yaklaşık 11 sene önce göçmüştüm Türkiye’den Münih’e. Bazıları bugün bana Almanya’da yaşadığım için ayrıcalıklı olduğumu söylüyor. Doğrudur. Ama ilmek ilmek örüp, yoktan var edişlerimin üzerini örtmüyor bu ayrıcalık. Sıfır bütçe, sıfır tanıdık, sıfır önden sağlanmış olanaklar. Büyük umutlar, büyük hayaller, bir de nereden geldiğini anlamadığım büyük bir özgüven. Bazen şaşırıyorum 27 yaşındaki Sezgin’e. 37 yaşındaki yapamam ben o kadarını diyor artık. Yeni insanlar tanımak, yeni sokaklara alışmak, yeni dostluklar kurmak, yeni düzen oturtmak zormuş. 27’li nanik çekiyor. Düzene ne gerek var, bir oda, bir yatak, birkaç kitap, biraz müzik yeter diyor. Ama annesinin havalimanındaki gözyaşlarını unutamıyor. O yüzden bu bol kara bulutlu yeni yurdundaki evine gelince önce uzun uzun ağlıyor. Ne işim var benim burada? diyor. Zamanla alışıyor. 37 olgun. Artık her gittikleri yerde önce bir ağlanacağını biliyor. Değiştiremediklerini kabullenmeye çalışıyor, gözyaşları ile savaşmıyor. 

Son kez uçuyorum bu havalimanından o havalimanına. Bu pasaporttan o pasaporta. Bu zamanlama biraz sembolik, ama bunu böyle denk getiren ben olmadım tabii ki. Bürokrasi, pandemi, randevular beni aylarca beklettiği için böyle oldu. Zaten benim kendi hayatım hakkında ne istediğimin ya da düşündüğümün büyük önemi var mı? Hem burada hem orada. Benim hayatım hakkındaki söz sahipleri öyle uygun gördüğü için bir pasaportu alırken diğerini feda etmem gerekiyor. Onlar öyle uygun gördüğü için her ufak işlem için üçer ay bekliyorum. Bir taraf öyle uygun gördüğü için asker doğuyorum, erkek oluyorum, silah tutuyorum, reddedemiyorum, kaçamıyorum. Diğer taraf öyle uygun gördüğü için kaşımın, gözümün rengine göre hitap ediliyorum, uzun kuyruklarda bekliyorum, bir memurun iki dudağının arasındaki sözle birisi oluyorum. Onlar öyle uygun gördüğü için bazı okyanuslarda dilediğim gibi yüzemiyorum, bazı ağaçlara sarılamıyorum, bazı bayrakları taşıyamıyorum. Hepsi onlar benim adıma kararları çoktan vermiş oldukları için. Ben iki ülke, iki yurt, iki pasaport, iki dil, iki cinsiyet arasındaki yurtsuz aralıkta süzülmeye devam ediyorum. 

Ben kimim? diye sorup dururdum ya kendi kendime, şimdi anlıyorum ki ben bu saatten sonra istesem de hiçbirisi olamam. Türkiyeli, Almanyalı, Ortadoğulu, Avrupalı, doğulu, batılı, dünyalı. Bir yanı kaybolmuş hissim nihayet buldu yurdunu bu hiçbir yere ait olamayan boşlukta. Ne kadar kaçsam da aitlik hissini bulamayacağımı anlamamla başlamadı mı bu yolculuk zaten? Son kez çıkıyorum Türkiye’den Türkiye pasaportu ile. Polis bey Maskeni indir, şapkanı çıkar diye buyuruyor üstten üstten, asık suratlı ifadesini kesinlikle değiştirmeden. Senin oturumun var mı? diye aşağılarcasına bir tonla sorguluyor beni. Şeker şeker konuşup senli hitap etse rahatsız olmayacağım, ama kaba kaba konuşup bir siz’i bile çok görüyor. Ciddi kıyafetlerim, işadamı çantam ve sert kaşlarım olsaydı da böyle mi konuşacaktı acaba benimle? Var tabii diyorum sadece. O oturumu almak için senin tüm hayatın boyunca ödememiş olduğun bedelleri ödedim ben diye laf kavgasına giresim geliyor. Benim de bazen hayatın ve insanların bana nezaket borçlu olduğunu sandığım anlar oluyor. Uçağa biniyorum.

26.08.2021
Münih

İstanbul’dan buraya geldiğimde içimi hem huzur hem kasvet kaplıyor. Artık her hareketime dikkat etmek zorunda değilim. Yürümek için insanlarla itişip kakışmak zorunda değilim. Her an bir yerlerden gelecek sürpriz bir saldırıya karşı temkinli olmak zorunda değilim. Sakin sakin uçağımdan inip içinde neredeyse kimsenin konuşmadığı trene biniyorum. Evime tam bir saat sürüyor yol. Beklenmedik trafik yok, bağırıp çağıran şoför yok, dışarısı karanlık bir yeşil. İnsanın içi burkuluyor böylesi manzaralar neden artık İstanbul’da kalmadı diye. Ama o yeşilliklerin içinde bir şeyler eksik geliyor bana. Türkiye’de geride bıraktığım ailem ve arkadaşlarımla geçirdiğim keyifli  anlar yok bu huzurlu tabloda. Çay yok. Türk kahvesi yok. Fal yok. Tanışır tanışmaz kaynaşmak yok. Yağmur var onun yerine. Kasvetli, hüzünlü ve huzurlu. 

27.08.2021
Münih

Birazdan evden çıkıp Alman olacağım. Garip bir his. İnceel’imin İ’si Inceel’in I’sına dönüşecek. Bu pasaportu alabilmek için Türkiye vatandaşlığımı geri vermem gerekecek. İrlandalı arkadaşım ben senin gibi vatandaşlıktan çıkmazdım diyor bana. Çıkmazdın tabii. Çünkü gerek yok. Senin ayrıcalıkların bende olmadığı için burada sıradan bir vatandaş olabilene kadar çılgınlar gibi çalıştım diye çığlık atasım geliyor. Yutuyorum. Havalimanında polisin dediklerini yuttuğum gibi. Beyaz insanların Türkiye kimliğini geri vermekle ilgili yargılamalarından gına geldi zaten. Bana o şans verilmiş de ben reddetmişim gibi. Bir yuvadan kalkıp başka bir yuvada can bulduğunuzda, geldiğiniz yer ile vardığınız yer arasındaki uçurum siz fark etmeden o kadar hızlı büyüyor ki, her iki tarafın da artık birbirini anlamayacak kadar uzakta kaldığını anladığınızda iş işten geçmiş oluyor. Ondan sonra da laf anlatmaya çok haliniz kalmıyor ne yazık ki. Kafa sallayıp iç geçiriyorsunuz. 

Önceki gün Bodrum’daydım, 30 derecenin üstünde bir hava vardı. Arkadaşlarımla denize girip, güneşlenip, akşam açık hava konserine gitmiştim. Bugün Münih’teyim. Hava 15 derece bile değil. Yağmurlu, rüzgarlı, soğuk. Dışarı çıkarken kışlık atkımı takıyorum, arkadaşımdan gelen mesajı okuyorum, Ağustos’ta kaloriferi yaktım diyor. Bu sert iklim geçişini duygularımda ve ruhumda da yaşıyorum. Gurbetçi olmanın hüznünü gitgide daha iyi anlıyorum. Sürekli bir yerleri özlemek, bir hava durumuna ayak uydurmaya çalışmak, kendini birilerine ifade etmeye çalışmak, ama hiç anlaşılamamak. Hem orada hem burada var edebildim kendimi ile ne orada ne de burada var olamadım arasındaki gri bir yerde sallanıp durmak. Ayrıcalıkları benden fazla olan ve buranınkine benzer havalardan gelen insanlara kızıyorum. Bu kadar çok bedel ödemek zorunda mıydık, merak ediyorum. 

27.08.2021
Münih

Artık Almanım. Görevli son derece kuru bir şekilde sertifikamı uzattı, bazı resmi açıklamaları yaptı ve öğle yemeğine çıkacağı için mutlu olduğunu söyleyerek beni uğurladı. Ne kadar normal bir gündü onun için. Benim için hayati önem taşıyan bir belgeyi midesi kazınırken hazırladı. Belki yemekten sonra öğle mahmurluğu ile bir kişinin daha hayatını değiştirdi. Bense ağlasam mı gülsem mi bilmez bir halde sokaklarda yürüdüm. Artık Almanım. Nasıl da yitirdi anlamını. İçim sızlıyor, ama milliyetçi bir yerden değil. Hep bugünü bekleyip sevinmemiş miydim? Yılların emeği, burada kendimi var etmek için çabalamalarım, evden uzaktayım diye ağladığım geceler, Alman bürokrasisine Avrupa Birliği vatandaşı olmadığım için her seferinde çarpıp tökezlemem, yabancı dilde çocuk gibi duyulmamak için gösterdiğim çabalar, kalabalık bir trende gelip sadece benim kimliğimi soran polis memurlarına karşı direnmelerim, iki ülke arasındaki farklı anlayışlar arasında pinpon topu gibi bir o yana bir bu yana gidip gelmem. Hepsi sırasında bugünün hayali yok muydu aklımda? Yürürken BEDELİNİ ÖDEDİM başlıyor çalmaya. Hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün diyor Melike Şahin. O sırada Mental Klitoris podcast’ten Hazal ile yazışıyoruz. O da hayatının başka bir değişim döneminde ve bu şarkıyla buluşmuş. Yolu Ortadoğudan geçmemişlerin bu şarkıyı anlayamayacaklarından eminim, ama kanıtlayamam diye yazıyorum. Katılıyor. Ne bedeller ödediğimizi düşünüyorum. Nasıl şartlar altında çalıştığımızı. Sıfırdan var ettiklerimizi. Bunlar hakkında konuşmaya çok da hakkım yokmuş gibi kendi kendimi sansürlüyorum. Bir yuvadan diğer yuvaya uçanları ancak o kadar uzun bir aralığı uçmuş olanlar anlayabiliyor sadece. 

31.08.2021
Münih

Almanya’ya Avrupa Birliği’nden aldığım bir bursla geldim ben. Bir senelik bir programdı. Bitince geri dönmem gerekiyordu. Ama ben Türkiye’den nedense bir daha hiç dönmeyecekmişim gibi çıkmıştım. O yüzden daha çok üzülmüştüm annemin gözyaşlarına. Ne yapayım, ben de kendimce çok çektiğimi düşünmüşüm oralarda. Yeni dönem Türkiye’den Almanya’ya geçen arkadaşlarla konuştuğum zaman kimileri o dönem bu kadar zor değildi aslında diyorlar bana. Demek ki hepimizin ayrıcalıkları, yaşadıkları, gördükleri farklı oluyormuş. Ya da hepimize gelen sıra farklı.

Almanya’da ilk senenin sonunda bursumun bitmesine yakın doktora programına başvurdum ve kabul aldım. Bu harika bir gelişmeydi, ama okuldan kabul kağıdı gelene kadar arada geçen sürede vizem yoktu. Vizemi yenilemek için yabancılar ofisine gittiğimde (ki orada gördüğümüz muameleyi anlatmak başka uzun bir yazının konusu olsun) görevli ne istediğimi dinlemedi bile. Vizem bittiyse üniversiteden kabul kağıdı gelene kadar Türkiye’ye dönmem gerektiğini, sonra tüm süreci baştan başlatmam gerektiğini söyledi. Nasıl yani dedim, bir ay için mi

Evet dedi, yasa böyleymiş. 

Bir ay için evimi, eşyalarımı kapatıp geri dönmek ve o upuzun kasvetli sürece baştan başlamak. O zamanlar bu işlerin nasıl yürüdüğünü de bilmediğimden üzülerek ortalıklarda dolanırken bu konularda deneyimli bir iş arkadaşım ben onların ne istediğini biliyorum, bir randevu al, beraber gidiyoruz o ofise dedi. Ben bunun tam olarak nasıl işe yarayacağını anlamasam da kabul ettim. Gerçekten de yanımda bir Alman ile gidince tüm durumlar değişti. Binbir saçma belge isteyerek de olsa bana üniversiteden kağıt gelene kadar geçici bir vize vermeye karar verdiler. İlk o zaman fark ettim yasa böyle dedikleri kuralları canları istediğinde eğip bükebildiklerini.

Doktora süreci ise daha komik geçti. Masraflarımı karşılayabilmek için çalışmak istedim. Bulduğum iş de okuyup bitirdiğim bölüme göre normalde Türkiye’de yapmam gereken işin bir alt kademesiydi. Ama olsun, çalışmaktan zarar gelmez, hem benim amacım doktoramı bitirmek diye düşünüyordum. Yabancılar ofisi farklı düşünüyordu. Aynı anda tam zamanlı işte çalışarak okul okuyamazmışım. Neden? Derslerimde başarısız olurmuşum. E ama hayatım boyunca ben böyle yaptım? 

O kısmı onları ilgilendirmiyor, yasalar böyle. 

Yine aynı yasalar AB vatandaşları için geçerli değil. Demek  ki AB vatandaşı olanların otomatik olarak akılları daha çok çalışıyor ki, okurken çalışıp, bir taraftan da vize derdi olmadan para kazanabiliyorlar. O zaman çok oturmuştu içime bu yaptıkları. Kızamamıştım bile. Sanki doktora yapmak, yurt dışında yaşamak, kendini gerçekleştirmeye çalışmak kolay işlermiş gibi, ben aynı anda koca projelerde çalışıp, yanında da ek iş yapmaya razıyken, onlar önüme ek engeller çıkarıyorlardı. Burada okumak için çalışman gerekiyorsa, o zaman burada okuma. Fakir ülkelerden gelenlerin sadece zenginlerini kabul ediyoruz gibi bir anlamı vardı bunun. Sonra ben araştırmaya devam ettikçe yine gördüm ki o yasayı da istedikleri zaman eğip bükebiliyorlarmış. Hem çalışma iznimi hem de öğrenci vizemi bir şekilde aldım sonunda. Sabahları 6’larda uyanıp, geceleri 12’lere kadar çalışarak ve tükenmenin eşiklerinden dönerek de olsa, bir şekilde doktoramı son aşamaya getirdim. İngiltere’den çok prestijli bir müzik eğitimi konferansından doktora tezimi sunmak üzere kabul aldım. Vize almam gerekliydi. Bilenler bilir, Birleşik Krallık bizim önümüze kırmızı halı sermiyor. Aksine oraya gitmeyelim diye işleri zorlaştırdıkça zorlaştırıyor. Biz Türkiyeliler için çok normal olan bu karmakarışık süreci Alman arkadaşlarıma anlattığımda gözleri fal taşı gibi açıldı. Onlar konferanstan kabul alınca kalkıp gidiyorlar çünkü. Tüm belgelerimi hazırlayıp, vize görüşmesine gidiyorum. Elimde de istedikleri gibi yeni çekilmiş bir biometrik vesikalık. 15 gün önce çektirmişim fotoğrafı. Arada da sakallarım uzamış. Görevli kişi ne yaptığımla, ne amaçla oraya gitmek istediğimle ilgilenmeden sakalıma takılıyor. Ama fotoğrafınızda sakal yok? diyor. Evet yok, sakal bu, uzuyor arada diyorum. Gözlerini deviriyor. Neyse, kabul gelmezse biliyorsunuz sebebini gibi bir şey diyor. Yine içime oturuyor. Türkiye’den kalkıp sizin dilinizi öğrenip, size akademik bir sunum yapmak üzere sizin ülkeniz tarafından davet ediliyorum, ama yargılandığım şey sakalım (ve büyük ihtimal Ortadoğululuğum?) oluyor diye düşünüyorum. İçime oturuyor, eve dönüş yolunda ağlıyorum. Bir benzeri iki sene sonra yine konuşma yapmak için davet edildiğim İrlanda vize sürecinde de yaşandığında artık deneyimliyim. Ağlamıyorum. Sadece kızıyorum. Evet beyaz arkadaşım, sen bunları ağzın açık dinlerken bir de üstüne beni yargılıyorsun, hatta beni çok şikayet etmekle suçluyorsun ya, ben gerçekten sıkıldım. Artık yeni Alman pasaportumla bunların hiçbirisini yaşamayacağım. O yüzden bedelini senin yapamadığın gibi geldiğim yerin pasaportu ile ödedim.  

01.09.2021
Münih

Bugün benim doğum günüm. 

Resmi olarak Alman vatandaşı olarak geçirdiğim ilk doğum günüm. Yeniden doğmuş gibi hissetmiyorum. Hayır, hayatımda büyük bir dönüm noktası olmadı. Ben hep vardım, var olacağım. Hiçbir kağıt parçası anılarımı, yaşadıklarımı, gördüklerimi silemeyecek. Aslı Alpar’ın karikatürlerini tanımladığı gibi sınıfların, sınırların olmadığı, insan olan ve olmayan tüm hayvanların huzurla bir arada yaşadığı, ayrıcalıkların eşit dağıtıldığı bir yerlerden bugüne bakıyorum. Biraz halimize üzülüyorum, ama umutluyum. Mutluyum, çünkü kendimi tanıyorum. Sevinçlerimi, üzüntülerimi, korkularımı, sırlarımı, karanlıklarımı, aydınlıklarımı, sınırlarımı iyi biliyorum. Varım, keşfediyorum, umursuyorum. Kendim olarak ve istediğim gibi var olabilmek için göze aldıklarımı paylaşmaktan, anlatmaktan korkmuyorum. Çünkü beni ben yapan şeyler bunlar. Elimdeki kağıtlar değil.

Ana görsel: Sezgin İnceel

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

1 Comment

  1. Şimdi buraya uzun uzun yazmak vardı da kısa tutacağım. Yazar kardeşim! Yazdıklarını okurken gözlerim doldu, ne demek istediğini o kadar iyi anlıyorum ki. Damdan düşenin hâlini damdan düşen anlıyor. Bir yanda doğup büyüdüğün yer, alışık olduğun kültür; öte yanda soğuk ve mesafeli şeyler. Almanlara ve göçmenlere ayrı işleyen sistem… En acısı da nefret ettiğini sandığın şeyleri bile özlerken bulmak kendini kimi zaman… Yalnız değilsiniz!

Bir Cevap Yazın