“What if God was one of us?
Just a slob like one of us
Just a stranger on the bus
Tryin’ to make his way home?”
Joan Osborne, One of Us (1995)
Uyarı: Bu yazı, Lucifer dizisini henüz izlemeyenler için spoiler içerebilir.
Lucifer’ı izlemeye ne zaman başlamıştım emin değilim ama ne zaman bitirdiğimi çok iyi hatırlıyorum; biraz önce. Final bölümünün dumanı hala tüten bir dizi hakkında yazmak için insanın kendisinden bir şeyler bulmuş olması gerekiyor bence. Günlük rutinlerime devam etmek yerine bu yazıyı yazma telaşımın neyden kaynaklandığını belki de ilerleyen satırlarda bulacağım. Tanrısal mitlerin olduğu hikayeleri izlemeyi de okumayı da seven birisiyim ve genelde böyle kurgulardaki gidişatları da tahmin etmekte zorlanmazdım. Ancak bu dizide farklı cevaplar buldum. Anlatmaya sondan başlayacağım.
Dördüncü sezonun son bölümünün son sahnesinde cehennemin kralı Lucifer’i tek başına tahtında otururken görüyoruz. Taht koca cehennemin ortasında ve en tepede duruyor. Heybetli bir görüntüsü var. Çok değil, tahta geri dönüşünün biraz öncesinde Chloe Lucifer’i sevdiğini söylemiş. Hem de onu tüm cehenneme ait ruhları evlerine geri döndürürken şeytani yüzünü ve kanatlarını görmüş olmasına rağmen. Yani Lucifer ilk kez koşulsuz sevginin ne olduğunu öğreniyor ancak evine dönmek zorunda. Yoksa cehennemdeki ruhlar dünyayı basacak ve o yine kendisinin yapmadığı şeylerden sorumlu tutulacak. Bu haksızlıktan kurtulmak için de cehenneme gidip tahtına oturması gerekli. Tek başına kalmak tanrının ona ödettiği bedellerden sadece bir tanesi. Oysa Lucifer’in bir tek istediği var: koşulsuz sevgi ve kabullenilmek.
Dizi boyunca resmedilen tanrı imgesi çok bilindik: çocuğu için her şeyin en iyisini bildiğini ima eden ama çocuğunun yanında bir kez bile olmamış bir baba. Bu baba çocuklarının neye ihtiyacı olduğunu asla öncelemiyor. Kendi planları var ve Lucifer ile Amenediel başta olmak üzere tüm evlatlarına aynı manipülatif ve narsisist davranış kalıplarıyla yaklaşıyor. Örneğin, favori çocuğu olduğunu düşünmesi, öyle hissetmesi için her türlü dalavereyi yaptığı Amenediel’i bir planı olduğuna da inandırmış durumda. Ancak hiçbir zaman ona bu planın ne olduğundan bahsetmiyor.
Lucifer için ise durum daha da acı. Chloe ile olan karşılaşmalarının tamamen tanrının bir “düzenlemesi” olduğunu öğrendiğinden beri kendi aklından şüphe ediyor. Chloe sahiden onu seviyor mu? Yoksa her şeye muktedir olduğunu söyleyen tanrı kendi oğlunun hayatına mı müdahale ediyor? Cevabın çoğu Lucifer izleyicisini sevindireceğini düşünüyorum zira son bölümdeki Chloe’nin Lucifer’i tüm şeytanları cehenneme gönderdikten sonra ona şefkatle bakması ve onu eziğiyle, çiziğiyle, yani her şeyiyle sarıp sarmalayan bakışı Lucifer’ı sonunda ikna ediyor. Ancak dört sezon boyunca izlediğimiz Lucifer, sevilip sevilmediğine emin olamayan, bu yüzden huysuzlaşan ve son sezonda terapisti Linda’ya “kendimden nefret ediyorum” diyen biri. Üstüne bu konuda ne yapacağını bilemediği için işin içinden çıkamıyor ancak Chloe ile yaşadığı bir tartışma sonucunda kendisine duyduğu nefretle nasıl mücadele etmesi gerektiğini buluyor: kendisini affederek.
Sevilmediğimize inandığımızda kendimizden nefret edersek kendimizi nasıl affedebiliriz? Babalarımız bizi kendi planlarına sadece bir mandal yaptığında aldığımız ilginin ilgi, sevgininse sevgi olmadığını nasıl fark eder ve bununla yaşayabilir hale geliriz? Ya babalarımızın bizimle ilgili aslında hiçbir bilgisi yoksa? Ya babalarımız bizi hiç tanımıyorsa? Ya babalarımız bizi kendi cehennemlerimizde yalnız bırakacak kadar umursamıyorsa? Kendimizi nasıl affedeceğiz? Bilmiyorum. Ancak dizide kullanılan Joan Osborne’un One of Us şarkısındaki sözlere sanırım katılıyorum: “Ya tanrı bizden biriyse, sadece bizden biri gibi, sadece evinin yolunu arayan otobüsteki bir yabancıysa?” Sanırım artık babaların ve tanrıların otobüslerdeki birer yabancı olduğunu kabul etmenin vakti. Belki o zaman tıpkı Lucifer gibi kendimizi affetmenin bir yolunu bulur ve iyileşiriz.