Queer gece hayatı LGBTİ+ alt kültürünün yaratımında ve varlığını sürdürebilmesinde önemli bir yer tutuyor. Cinselliğin ve cinsiyetin daha rahat ifadesi varsayımının yanında, mevcut çalışma kültürü de birçok farklı lubunyayı -yoğunlukla hafta sonları olmak üzere- gecelerde bir araya getiriyor. Bu toplanma, az çok ortak bir eğlence kültürünü meydana getirirken, piyasa ve başka makro-mikro iktidarlarla birleşen ortak kültür, anaakımın kaçınılmaz hegemonyasını bütün eğlence hayatında hissettiriyor. Çalınan müziğin dili, altyapısı, başka alt kültürlerle olan bağı, edilen dansın şekli ve hatta sosyalleşme biçimleri, bu kültürü ve hegemonyayı üreten etkenlerden birkaçı olarak önümüze çıkabiliyor. Bu hegemonya ”farklı” etnik kimlik-kültürlerin ifadesini zorlaştırırken, aynı zamanda, vu “farklıların” kendi alanlarını yaratmasındaki ana sebeplerden biri oluyor.
Bu yazıda LGBTİ+ camiasında farklı kesişimsel kimliklere sahip lubunyaların kendi eğlence kültürlerini nasıl yeniden şekillendirdiğini, mevcut anaakım eğlenceye dahil olma çabalarını (ya da olamamamalarını) ve temsiliyetlerini Kürt lubunyaların perspektifinden, kendi DJ’lik deneyimimle anlatmaya çalışacağım. Aktarmaya çalıştıklarım müzikle ya da DJ’likle olan profesyonellik bağımın getirdiği tespitlerden ziyade, partilediğim ve halay çektiğim gecelerden aklımda kalan notlardan oluşmakta.
Bir köprü olarak müzik
Orta Anadolu’nun ot bitmez çöllerine iki yüz sene önce zorla göç ettirilen Kürt aşiretlerinin kurduğu köylerden birinde büyüdüm. Yaklaşık 50 köy, küçük bir taşra şehrinin tarıma elverişsiz bölgesinde, kendi içlerine dönük ve yerleşik bir yaşam kurmuştu. Mesela evlilikler Kürtler arasında yapılıyordu ya da bütün taşralılar gibi ortak işler aşiretteki insanlarla kuruluyordu. Kürdistan’la ve orada yaşayan Kürtlerle olan ilişkiler ise coğrafi uzaklık ve lehçe-yaşam farklılıklarının aşılamaz engeline takılıyordu. Buna rağmen dinlenilen müzik, yerel kılam ve şinlerin dışında, tamamen aynıydı. Müzik, anlaşılması zor bir lehçenin ve coğrafi uzaklığın yüzyıllar içinde yarattığı kültürel, sosyal, ekonomik farklılaşmaların ve asırlık işgal-asimilasyon politikalarının koyduğu sınırları aşıp bizi Kürdistan’a ve Kürt kültürüne bağlıyordu.
Sabahları, hayvanlarla ilgilenmek için ahıra giden annemlerin eve döndüklerinde açtıkları televizyonun sesiyle uyanırdım. Her sabah Roj TV’nin müzik kanalı MMC, ulusal marşla açılışı yapar ve bütün gün Kürdistan’ın dört bir köşesinden, Kürtçe’nin her lehçesinde eski-yeni müzikleri -varsa şayet- klipleriyle oynatırdı. Müzik MMC’de Kürtçe ve yurtsever düşünce üzerine kuruluydu; dolayısıyla müziğin kategorisi dönemine, tarzına göre değil, diline ve fikrine göre ayrılıyordu. Çok eski bir dengbejin ardından Silbus û Tarî’nin Almancı fötr şapkalarıyla yaptıkları 2000’ler müziğini, ardından Soranice bir halparkeyi ya da güzel sesli bir gerillanın kendi bestesini aynı akışta dinleyebilirdiniz. Başka bir şey izlenmiyorsa, çift çanaklı televizyonda hep müzik kanalı açık olurdu ve ben bu dil, lehçe, tarz, dönemler üstü müzik zenginliğinden büyük keyif alırdım. Aynı zamanda Kürtçeyi eksik konuşan ve kullanan nesillerin huyu olduğu üzere, Kürtlüğümü de kendim ve çevremin gözünde dinlediğim müzikle sağlamlaştırırdım. Zannımca müziğin dile, kültüre göre sınıflandırılması ve etnik kimliğin bir ifadesine dönüşebilmesi düşüncesi, bu ve benzeri deneyimlere sahip insanlar için çok da farklı olmasa gerek.
Büyük şehre göç: Ah geceler…
Taşradan ya da küçük yerlerden gelen birçok lubunya gibi, ben de partilemeyi İstanbul Onur Haftası gönüllüsü olduğum dönemde “öğrendim’’. Üniversiteye gelene kadar hiç bara gitmemiş biri için, bu eğlence anlayışı cazip olduğu kadar yabancıydı da. Partiler gece hayatıyla ilk tanıştığım zamanlardaki gibi havalı ve eğlenceli gelmemeye başlayınca, bu hissin beni bütün eğlence hayatımızı sorgulatmaya ittiğini hatırlıyorum. Bu yabancılık hissini biraz da olsa azaltmak için, toplantılarda ve arkadaşlarımın arasında sürekli söylenmeye ve arıza çıkarmaya başladığım zamanlar, komite içerisinde de, DJ’ler özelinde, profesyonel olma gerekliliğinin ve pop müzik dominasyonun tartışıldığı bir döneme denk geliyordu. Profesyonel olmayan DJ’lik, hem emek veren ve gönüllü olan herkesin müziğini insanlarla paylaşabilme olanağının yaratılmasına hem bilgi ve deneyim üzerinden kurulan hiyerarşiyi engellemeye hem de zengin bir müzik seçkisine ulaşabilmemize yardımcı olacaktı.
Nihayetinde “bu coğrafyanın’’ müziğinin çalınacağı bir gece düzenlenmesine oryantalizm tartışmaları eşliğinde, karar verildi ve ben de bu partide çalacak gönüllülerden biri oldum. O zamana dek duyduğum müzikler içerisinde Türkçe ve İngilizce popun yanı sıra elektronik müzik ezici bir çoğunluğu oluştursa da yerel fem kültürümüzün mirası olan oryantal müziğin de lubunya gecelerinde yeri hazırdı. Yurttan sesler korosu repertuarından çıkarcasına anaakım şarkıların aralarına eklenen ve dinleyicileri, tabiri caizse “kudurtan” birkaç Mezdeke ve Roman havası, tekdüze eğlenceyi tatlandıran baharatlar olarak serpiştiriliyordu. Yine de oryantal müzik iyi bir başlangıç noktasıydı ve listem uzun süre ana damarını Arapça popun oluşturduğu, aralarına Kürtçe müziklerin eklendiği “Doğulu” ve Oryantalist sularda yüzen şarkılardan oluşuyordu. Türkçe-yabancı pop & elektronik müzik dominasyonuna karşı oryantal popu bir alternatif sunmak ve insanların bununla da eğlendiğini görmek, yaptığım işe beni yükseltse de Arapça popu seçmemin sebebinin kültürel bir alan açmanın yanında Kürtçe müzikteki pop eksikliğini kapatmak olduğunu da biliyordum.
Türk queer gece hayatından vize alan ilk Kürtçe şarkı
Lubunya gecelerinde Kürtçe müzik ve halay duymak da mümkündü elbet, aktivizmin daha kolektif örüldüğü zamanın çok sesli yapısı ve Kürtlerin İstanbul gece hayatındaki ve aktivizm içerisindeki varlığı, en azından politik çevrenin eğlence mekanlarında Keçe Kurdan’ ya da Şemamme’yle halay çekebilmenizi mümkün kılıyordu. Şemmame de ağır Kürtçe yasaklarının göstermelik gevşetildiği dönemde yayılan İlk Kürtçe şarkıydı ve zaten lubunya gecelerindeki ömrü de çok uzun olmadı. Aynur ise Gönül Yarası’ndan sonra Türk medyası ve Türk insanının tanıştığı ilk Kürt kadın ozandı. İçerisindeki feminist tını ve şarkının Kürt kadınlarına seslenmesi Keçe Kurdan’ı başta Kürt fem+’ların marşı haline getirse de uzun süre queer gece hayatında çalınan tek Kürtçe şarkı oldu. Listeye eklenen ve Kürt olmayan lubunyaların onayından geçen bu tek Kürtçe şarkıyı çalmak, omuzlarında politik sorumluluk hisseden lubunyaların ve DJ’lerin vicdanını rahatlatıyordu belki de. Bugün ise Keçe Kurdan çalınca hevesle halay çekmemizi bekleyen Türk lubunyaların ısrarlı bakışları, “Yine mi Keçe Kurdan?” diye gözlerini deviren Kürt lubunyalara bir türlü denk gel(e)miyor.
“Partiyi düğün salonuna çevirmeyin”
İlk defa bütün gecenin sadece Kürtçe müziklerle geçeceği bir lubunya gecesi düzenlemek için görüştüğümüz (kendisi de Kürt ve politik olan) mekan sahibi, partiyi ancak “düğün salonuna çevirmezsek’’ düzenleyebileceğimizi söylemişti. Aslında konsept olarak Kürtçe müziğe karşı olmasa da mesela, Oceanvs Oriantalis remixleri gibi kendisinin de ikinci örneğini veremediği hayali bir elektro Kürtçe repertuarı dışındaki şarkıların mekanı gece kulübünden çıkaracağı endişesini ilk fırsatta paylaşmıştı.
Parti düzenlenen barın, kulübün statülerindeki bu düşüşün ve beraberinde gelebilecek maddi kaybın kaygısı Kürtçe müziğin önündeki politik ve toplumsal engellerin yanına sessizce ekleniyor. Her müziğin varsayılan dinleyici kitlesine göre değişen bir piyasa değeri var ve Kürtçe müzik, şimdiye kadar piyasayla ilişkisi diğer müzik türlerinden daha sağlam olan pop ve elektronik türlerdeki üretimlerini oluşturmanın başında. Geri kalan ve eğlence mekanlarına uygun görülmeyen hareketli Kürtçe müziklerse mekan sahiplerinin başka kaygılar öne sürerek uyguladıkları sansürlere takılıyor. Dilin üzerindeki, bugün de devam eden yasaklar ve kısıtlamalar, o dille yazılan şarkılar için ülke içi bir piyasa ve yapım şirketlerinin oluşması önünde bir engel olarak dururken, Kürtçe popa olan ihtiyaç da yeni bir istek olarak doğmuş durumda. Gece hayatında kendi ana diliyle eğlenmek, geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde kente yerleşen ve kentte yaşayan Kürtler için kalabalıkta kaybolmadan ulusal varlığını ifade edebilmenin yeni bir yolu olarak ortaya çıkmış gibi görünüyor. Son zamanlarda İstanbul’da tanıklık ettiğim elektronik Kürtçe müzik geceleri de tam da bu kentli Kürt gençlerinin ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıktı ve Kürtçe müzikte açılan yeni ve daha başında olduğumuz bir yol hissi veriyor. Kürt biseksüel bir kadın şarkıcının (Semyani Perizade) bu sene çıkan Alo isimli şarkısı Türkiye’de çıkan ilk Kürtçe pop şarkılardan ve Kürt lubunyaların bu yeni doğan kesişimsel alanın tam ortasında olduğunun iyi bir örneği olarak yorumlanabilir.
“Düğün salonları” ve “düğün”, aslında çaldığım Kürtçe hareketli parçaları ve onların etrafında şekillenen eğlenceyi tanımlamak için seçilebilecek en doğru kelimeler. Neredeyse bütün gece farklı halay türleri çalınan partiler tam da düğünlerde olduğu gibi, insanların halayın etrafında içtiği (evet bizim düğünlerlerde içerler), oynadığı, tanıştığı, flörtleştiği yerlere dönüşüyordu. Kulüplükten çıkan bu yerler, mekan sahiplerinin maddi ve sosyal endişelerini bir yere bırakırsak, düğünlere gitmesi pek de kolay olmayan Kürt lubunyalar için bulunmaz vahalar da denebilir pekala. Düğünler, binlerce yıllık kültürel pratiklerin ve ritüellerin günümüz hayatında en çok sergilendiği yerler ve halkların kendi eğlence biçimlerini yoğun yaşadığı etkinlikler. Fakat yine doğası gereği, heteroseksüel birlikteliklerin arşa çıkarıldığı ve hepsi bir araya gelmiş akraba-aşiret baskısının da yoğun yaşatıldığı ortamların başında geliyor. Açık kimlikli Kürt LGB’ler ya da Kürt translar (özellikle de bedensel değişikliklere gitmiş) için düğünler, aforoz edildikleri ve çocukluğun nostaljik anılarında yaşayan şenlikler; açık olmayan lubunyalar için ise gizliliğin boğucu hissini atamadıkları etkinlikler olarak kalıyor. Bütün bu sebeplerden, cinsiyet kimliğinin veya cinsel yönelimin ‘seçilmiş aşiretiyle’ birlikte rahat ifade edilebildiği bu gelinsiz-damatsız ya da çok gelinli-çok damatlı “düğünler” biz Kürt lubunyalar için cis-hetlere ya da Türklere nazaran daha fazla anlam ifade ediyor. Kürt lubunya geceleri etnik aidiyetimizin bizi parçası haline getirdiği ve fakat gidemediğimiz akraba düğünleri, cinsiyet kimliğimiz kaynaklı aidiyet hissettiğimiz ama yeterince temsil edilemediğimiz queer partilerin çakışmasıyla yeni bir alan olarak ortaya çıkıyor. Nitekim İstanbul’da katıldığı gecelerden sonra lubunyaların Amed ve İzmir gibi şehirlerde de Kürtçe çalınan geceler/partiler düzenlediğini keyifle takip ederken, bu gecelerin Kürt LGBTİ+’lar için taşıdığı anlamı bir kez daha fark ettim.
Gece hayatı kimliklerden, dillerden, müziklerden bağımsız olarak muhafazakar iktidarın son yıllarda hızla artan baskısıyla kuşatılmış durumda. Beyoğlu’ndakiler başta olmak üzere, içkili eğlence mekanları cezalar, rüşvetler ve mekanların krize direnemeyip kapanmalarının altında ezilirken, alkole gelen fahiş zamlar da eğlence hayatımızı derinden etkiliyor. Bu kuşatılmışlık, sosyalleşmenin ve örgütlenmenin lubunyalar için vazgeçilmez alanlarından olan gecelerimizin üstüne heyula gibi çökerken, Kürtçe müziğin kriminalleştirildiği ve yasakların devam ettiği bu dönemde, gece hayatında Kürt lubunya olmanın bedeli de katlanarak -negatif yönde- büyüyor. Fakat lubunya varoluşunun çok sesli, çok renkli yapısı ve kesişimsel kimliklerimizin/mücadelelerimizin müzikle ifadesi, bu kasten kurutulmuş çölde soluklandığımız küçük vahalar yaratmamıza da vesile olabiliyor. Bu yazıyı, birbirimizin müziklerini daha çok bildiğimiz, dinlediğimiz ve birlikte dans edeceğimiz nice güzel gecelerin umuduyla ve konuyu başka yazılarda dallanıp budaklandırma arzumla noktalıyorum.
Fotoğraf: Üzüm Derin Solak
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.
1 Comment