Zeki Müren’den Kuir bir Yeşilçam Sürprizi: Kâtip

#Pride2021  şerefine bugün size YouTube’da bulabileceğiniz en tatlı şeylerden birini, Zeki Müren’in 1968 yapımı Katip (Üsküdar’a Giderken) filmini anlatacağım: film floodu.

Öncelikle, Yeşilçam’da böyle bir filmin var olmasından aşırı etkilendim. Zeki Müren’in daha hetero performans içinde görüldüğü filmleri bilirdim ama her şeyiyle zırıl zırıl böyle bir filmin 60’larda sinemalarda oynamış olması karşısında “vardık, varız, var olacağız” diyorum.

Zeki Müren, filmde mektepten yeni çıkmış bir kâtip adayını canlandırıyor. Babası ölmüş, anacığıyla yaşayan ve yazları adada beraber oynadığı Nazlı’yı seven, hassas ruhlu genç bir katip. Dürüst ve idealist bir Osmanlı genci hakkında bilindik bir tema işleniyor aslında:

Kâtip bürokraside yozluklarla karşılaşıyor, padişahın baskısı yüzünden sevdiğinden ayrı düşüyor ve yıllarca kavuşmayı bekliyor. Fakat “asrımızın erişilmez sanatçısı” Zeki Müren bu idealist genci öyle bir drag performansıyla takdim ediyor ki,

film giderek “cis-tem” içinde tutunamayan bir lubunyayı anlatır hâle geliyor. Şu genç Kâtibe bir bakar mısınız; şu uzun kirpiklere, şu baygın bakışlara, şu ışıltılı allığa. Karaktere yönelim atamak istemem ama bu filmin cishet bir aşk hikâyesi olarak alımlanması mümkün değil 🙂

Tatlı Kâtip Nazlı’yla evlenmek için hevesle kalemde iş arıyor, ama araya sokacak bir tanıdık olmadan almıyorlar. Açıktan söylenmiyor ama yozlaşmış bürokrasi ve Padişahın çeşitli yollarla vurgulanan şerrine bakılırsa II. Abdülhamid devrinde falan olabiliriz.

Biz bunu Kâtibin cishet düzende tutunamamasının ilk işaretlerinden biri olarak yorumlayalım. Ancak kalemden eli boş dönen Kâtibin şansı, bir gün dillere destan sesini sultanın kız kardeşinin duyup beğenmesiyle dönüyor.

Kâtibi Feriye Sarayında mevlüt okumaya çağırıyorlar. Zeki Müren’in bir mevlüt okuyuşu var ya rabbi, tırnaklarında ojeler, ellerini semaya açmış sarayı Allah Allah diye inletiyor!!!

Böylece, Hanım Sultanın sahip çıkmasıyla Kâtibe kalemde görev veriliyor. Katibimiz ilk maaşıyla koşa koşa ne yapıyor: tabii ki kendine “süslü bir katip elbisesi yaptırıyor” ardından Nazlı’yı istemeye evlerine gidiyor, ama gittiğinde ne görsün:

Nazlı’nın babası Padişah tarafından sürgün edilmiş, ailecek gitmişler. Yemen’e gittikleri düşünülüyor. İlgili türkü “Ah O Yemen’dir,” gidenlerin dönmediğini anlatmak için Zeki Müren tarafından doğa görüntüleri eşliğinde seslendiriliyor.

Yıllar geçiyor, Kâtibimiz kalemde yükseldikçe elbisesinin süsü de maşallah arttıkça artıyor, ama sevdalı Katip Nazlı’yı beklemekten hiç vazgeçmiyor. Kavuşulamayan bu ilişki, belki de bir lubunyanın aşk hayatını temsil etmekte ve Kâtibimiz “love is love” (aşk aşktır) demektedir, who knows 😉

Bir gün, Hanım Sultan Kâtip’ten mühim bir paşanın nişanlısına musiki dersi vermesini istiyor. Paşanın nişanlısı mı, elbette Nazlı’dan başkası değil. Meğer babasının boşuna sürgün edildiği anlaşılınca padişah bu sefer iyilik olsun diye Nazlı’yı paşayla nişanlamış.

Beyninden vurulmuşa dönen Kâtip akşam annesine “ben o saraya gitmem artık, ders vermem ben o sarayda!” diyerek hıçkırıklar içinde çırpınıyor ama Hanım Sultan çağırmış ne yapsın, gidecek tabii.

Bu arada film boyunca hiç görünmeyen Padişahın iradesi yüzünden heterosu ve lubunyasıyla o kadar çok genç insan acı çekiyor ki, otoriter rejimlerin melodramatik bir eleştirisinin yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Nazlı’yla Kâtip, dersler boyunca ağlaya ağlaya birbirlerine şarkılar söyledikçe sonunda sarayda işin dedikodusu çıkıyor. Nişanlı paşa, eril ve otoriter rejimin bir dişlisi olarak gerçek bir zalim şeklinde düşünülmüş:

Önce iki aşığın görüşmesine yardımcı olan hizmetçi Gülizar’ı, sonra da kaçarken yakalanan Kâtibi kırbaçlarla dövdürüyor. Zeki Müren elbette kırbaç yemeyi de tam bir metot oyunculuğuyla icra ediyor:

Kırbaç havada şakladıkça bileğindeki zincirleri sarsarak kendisini bir o yana, bir bu yana atıyor; sanırsın köle Spartacus! yaralı hâlde sokağa atılan Kâtip, sürüne sürüne küçüklükten beri sesini yetiştirmiş olan Dürri Efendi’nin dergahına gidiyor.

Cis-tem Kâtibi resmen tükürdü attı. Bundan böyle iş yok, güç yok, Nazlı desen zaten yok; bu genç insan nasıl yaşayacak? Elbette lubunyanın dergâhı olan performans ve eğlence hayatında efendim 🙂

Dürri Hoca’nın yakın dostu tiyatrocu Agop Efendi, sesini çok beğendiği Kâtibi kumpanyasına alıyor. İlişkilere bakın bu arada: Alevi hocayla gayrimüslim tiyatro işletmecisi bir olmuş, gözü açılmamış lubunyaya tiyatronun değeri ileride anlaşılacak bir sanat olduğunu anlatıyor 🙂

Tiyatroda tanıdık bir başka yüze rastlıyoruz: yeni nazende “Araksi,” yani paşanın konağında aşıkları buluşturan Gülizar! Hizmetçilikte tutunamamış, sokağa düşmemek için kumpanyaya katılmış. Ama o yıllarda Müslüman kadınların sahneye çıkması yasak olduğu için Ermeni adı almış.

Sonuçta Türkiye’de genç kadınlarla lubunyaların kaderi, bir kez daha gece hayatında birleşiyor. Kâtiple gülizar, düşmüş iki insan gibi birbirlerine sarılıp “kader ortağım” diyerek ağlarken kendilerini ezip geçen bu erkek egemen sistemin de yasını tutuyorlar.

Fakat Katip sahneye çıktı mı üzüntüler bitiyor. Çünkü Zeki Müren o güzel sesi, fesinden taşan röfleli bukleleri ve sahnede canlandırdığı mahalle bıçkını dışında her şeyi çağrıştıran, aynı anda hem edepli, hem cilveli drag performansıyla İstanbul’u kendine hayran bırakıyor

Filmin bu noktasında çok ilginç bir şey yaşanıyor: filmin orta yerinde, birden full erkek salondaki fesli izleyicilerin arasına 60’lardan fırlamış modern TC insanları karışıyor. Yanlış mı görüyorum diye baktım, yok bildiğin başka filmden görüntü koymuşlar 🙂

Gayet frapan mizanseniyle dikkat çeken filmin içinde aşırı absürt duran bu insert bir hata mıydı bilmiyorum, ama ben bunu filmi izlemekte olan bizlerin Zeki Müren’in personasına beslediği hayranlığı hatırlatan, dördüncü duvarın kırıldığı bir an olarak yorumlayacağım.

Zeki Müren’in eğlence hayatında devleşmesi ve kendini sahnede yeniden var etmesi filmin gerçek(!) finali olarak kabul edilmeli. Ama Kâtip kapanışta yine cis-seksist sistemin gönlünü almak için Yeşilçam’ın tuhaf oldu-bittilerinden birine başvuruyor.

Genel olarak Padişahtan daha özgürlükçü bir karakter olduğunu anladığımız Hanım Sultan, Dürri Hoca’nın ricasıyla Katibe yeniden sahip çıkarak ona Nazlı’sını geri veriyor. Hanım Sultan biraz Semra Özal gibi bir karakter anlaşılan 🙂

Böylece cishetlere de bir mutlu son verdikten sonra, film huzurla kapanıyor. Ama “Kâtip”in oyunculuğuyla kendini paraladığı bu harika performansı lubunya tarihine bir armağan olarak akıllara kazınıyor efendim.

Kendinize bir iyilik yapın ve boş bir akşamınızda açın bu filmi izleyin. Şokopop’un Gain’deki Zeki Müren portresini de ayrıca tavsiye ederim, mutlu pride’lar!

Yayına hazırlayan: Bawer Murmur

Author

Bir Cevap Yazın