6 Şubat sabahına 11 ili etkileyen depremlerle uyandık. Bu sarsıcı depremler sonrasında, bölgeye gıda, giysi, ilaç, çadır vb. gerekli ihtiyaç ürünlerinin yardımlarını ve enkazlara destek ulaştırmayan devlet, yardımların ve destek ekiplerinin daha iyi koordine olabileceği seferberlik yerine temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı OHAL ilan etme kararı aldı. Bölgedeki mülteciler yine hedef gösterilip ırkçı saldırılara maruz bırakıldı. Kadınlar ve lubunyalar hijyenik ped, hormon, sağlık ihtiyaçlarını karşılamakta zorluklar yaşadı. Daha önce IŞİD’e kan ve çadır desteği sağlamakla gündeme gelen Kızılay, bu sefer de insanlar çadıra, konteynıra ulaşamazken, çadır satmakla ve Ensar Vakfı’na yüklü miktarda para yollamak gibi yolsuzluklarla gündeme geldi. AFAD sivil toplum kuruluşlarının, madencilerin ve farklı ülkelerden gelen arama kurtarma ekiplerinin bölgeye geç ulaşmasına sebep oldu. Yine AFAD’ın bölgeye inşa ettiği çadır kentlerin güvensiz yerlere, hiçbir plan yapılmadan yerleştirildiği görüldü. Bunun sonucunda depremler sonrası devam eden artçılar, yoğun yağış ve sel, çadırların yıkılmasına, sular altında kalmasına neden oldu. Cemaatler ve onlara bağlı dernekler Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın göz yummasıyla depremden etkilenen çocuklar tarikatlara ve onlara bağlı derneklere teslim edildi. Yıllardır toplanan deprem vergilerinin akıbeti belirsizken medyada şov amaçlı toplanan ve denetlenmesine izin verilmeyen milyarlara da ne olduğu aynı şekilde belirsiz. Bölgenin yeniden inşa süreci bölgede yaşayan insanlar yok sayılıp OHAL kapsamı altında devlete yakın olan müteahhitlerin ve TOKİ’nin eline bırakıldı. Depremden çıkan molozlar kontrolsüz bir şekilde kentlerin belirli noktalarına boşaltılıyor. Bu süreçte çok sık duyduğumuz “Devlet Nerede?” sorusunun cevabı aslında tam da karşımızda; devlet yapmadıklarıyla, uyguladığı ayrımcı ve yıkıcı politikalarla tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde.
Tüm bunlar olurken ve enkaz altından hala insanların cenazeleri çıkartılırken bize yine “normale” dönüş çağrısı yapıldı. Bizlerden hiçbir şey olmamış gibi işimize, okulumuza, “yaşamımıza” devam etmemiz istendi. Peki bu “normalin” bizim için bir karşılığı var mı?
Birincisi kriz döneminden etkilenen insanlara gerekli materyal ve psikolojik destek sağlanılmadan “normale” dönüş beklenemez. İkincisi ise genellikle kriz durumlarında gündeme gelen bu “normalleşme” çağrıları, devletin elinde kriz dönemlerinde toplumun politize olmasını engelleyen bir araç olarak kullanılıyor. Ki bu “normalleşme” dedikleri şey de egemen olanın normalidir aslında. Kriz dönemlerinden önce de hak ihlallerine, nefret saldırılarına, istismara, fiziksel şiddete, ve benzer şeylere maruz bırakılan, ezilen halklar, işçiler, kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar için bu normalin kriz döneminden önceki duruma geri dönmekten başka bir karşılığı yok. Halihazırda mevcut politikalar yüzünden zaten kırılgan durumda olan bu gruplar, kriz dönemlerinde ve sonrasında daha çok hedef haline gelip, hak ihlallerine daha fazla maruz bırakılıyorlar. Bunun en yakın örneği pandemi süreci ve sonrasıdır. Pandemi döneminde artan kontrol politikalarının hem kriz döneminde hem de sonrasında bir araç olarak kullanıldığını gördük. Özellikle LGBTİ+’ların daha fazla hedef haline getirilmesi, ezilen grupların yapacağı sokak eylemlerinin valilik kararlarıyla bir anda yasaklanıp eylemcilerin işkenceye, kötü muameleye ve yargısal tacize maruz bırakılması, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ve bu grupları koruyan başka sözleşmelerin ve kanunların (Lanzarote Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun, vb.) hedef haline gelmesi, Tarlabaşı Toplum Merkezi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gibi bu grupların oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarına açılan kapatılma davaları örnekler arasında gösterilebilir. Yani pandemi döneminden önce de hedef tahtasına konmuş gruplarla onları koruyan sözleşmeler ve kanunlar bu dönemde uygulanan kontrol politikaları fırsat bilinerek iktidar ve onun yardakçısı olan cemaatler tarafından daha fazla hedef haline getirildi ve düşmanlaştırıldı.
Bu olanlar bize şunu gösteriyor: “Normal” denilen şey sistemin çarkının dönmesini sağlayıp egemen olanın çıkarını gözetirken ezilen grupları yok sayan ve hatta onların durumlarını daha da kötüleştiren bir süreçtir. Yani ezilen grupların eğitim, çalışma, güvenli barınma, sağlık vb. yaşamsal haklara ulaşamadığı bir “normal”den söz ediliyor.
Bu “normalden” çıkmamız elzemdir ve çıkmanın yolu ise deprem sürecinde Afet İçin Feminist Dayanışma Grubu, Lubunya Deprem Dayanışması gibi oluşumların bize gösterdiği üzere ezilenlerin kolektif dayanışmasıdır. Önümüzdeki seçim bu normali değiştirebilmek için önemli bir viraj olacak. Ama şunu unutmamak lazım, eğer kendi normalleşmemizden bahsediyorsak kimse -özellikle “egemen” olan bir ittifak- bize bu normali yarat(a)maz. Seçim sadece bizim için bir araç olabilir ve kendi normalimizi yaratabilmemiz için sadece son 20 yılın değil, bu topraklarda ezilenlere yaşatılan her şey için “helalleşme” olmadan hesap sorabilmeliyiz. Hem pandemide, hem de depremlerde gördük ki ne kimse haklarımızı bize altın tepside sunacak ne de biz olmadan yaşananların hesabı sorulacak. Yani bizim normalimizi ancak ve ancak tüm bu krizlerin, yıkımın ve baskının sebebi olan cishetero patriyarkal sisteme ve onun her türlü kurumuna karşı çıkarak sadece kendimiz yaratabiliriz.
Görsel: Radical Graffiti, Footscray, Melbourne, 2020
Kaynaklar:
Çadır satmadıkları yer kalmamış
Kızılay’dan ikinci Ensar skandalı!
AFAD’ın havalimanı çağrısı: Gönüllüler geldi, yetkili yok – Diken
TTB: Adıyaman’daki çadır kent afet yönetimi açısından skandal
Dernekten suç duyurusu: ‘Video var; tarikatlar 60 depremzede çocuğu kaçırdı’ – Gazete Karınca
Depremzedelere yardım için toplanan paraların akıbeti merak ediliyor: 115 milyar lira nerede?
OHAL kapsamında yapılaşma kararı: Orman ve meraya inşaat yapılabilir
“Molozlar toprağa dökülüyor, insanlar zehir soluyor” – Tuğçe Yılmaz – bianet
İstanbul Sözleşmesi’nden sonra yeni hedef çocukları istismardan koruyan Lanzarote Sözleşmesi
Nefret medyasının hedef gösterdiği Tarlabaşı Toplum Merkezi’ne kapatılma davası açıldı
Yararlı Link:
Afet için Feminist Dayanışma (@afeticinfeministdayanisma)
Lubunya Deprem Dayanışması / LGBTQ Earthquake Solidarity (@lubunyadeprem)