Stonewall’un Bugün İçin Önemi II

İngilizce orijinali 22 Haziran 2019 tarihinde jacobin.com sitesinde yayımlanan bu yazıyı iki bölüm halinde yayımlıyoruz. İlk bölümünü okumak için tıklayın.

Kitlesel katılım ve siyasi parti çatışması

Stonewall dönemine dair anlatılanların çoğu; 1950’lerin başında doğan eski homofil hareketinin bir kısmının büyüyen siyah, kadın ve savaş karşıtı hareketlerinin radikalliğinden giderek daha fazla etkilenmiş olduğunu gösteriyor. Ancak Stonewall’dan önceki parmakla sayılı LGBTİ+ isyanından sonra, mesela 1966’da San Francisco’daki Compton Cafeteria isyanından sonra, bir rota değişimi olmazken; Stonewall isyanından sonra aktivistlerin rotayı bu kadar radikal değiştirmesinin sebebi, yalnızca diğer hareketlerin genel etkisiyle açıklanamaz. 

LGBTİ+ tarihçileri, Stonewall döneminin önde gelen çoğu LGBTİ+ aktivistinin Stonewall’dan önce de başka hareketlerde, özellikle ABD’nin Vietnam’a açtığı savaşa karşı çıkan harekette aktif olduklarını belirtiyorlar. Ancak hiçbir tarihçi, savaş karşıtı hareket içindeki 1968-69 tartışmalarına veya Siyah Gücü hareketinin 1968-69’daki hızlı gelişmelerine bakmıyor, ki her iki hareket de o dönemin aktivistlerini derinden etkilemiştir.

Bu nedenle genç aktivistlerin Eşcinsel Kurtuluş Cephesi’ne dâhil ettiği politikaları açıklamakta yetersiz kalıyorlar. Aslında, Stonewall’dan sonra kitlesel bir LGBTİ+ hareketinin doğmasına yol açan ve birçok LGBTİ+’nın öz algısını derinlemesine değiştiren şey; bu doğrudan eylem ve kendini özgürleştirme siyasetiydi.

Başka bir yerde yazdığım gibi, 1968-1973 yılları; iki temel ve eşit derece önemli unsurun LGBTİ+ tarihindeki en kapsamlı ve en hızlı ilerici değişimleri yaratmak için bir araya geldiği kısa dönemlerden biriydi: ilki kitlesel katılım; ikincisi ise, tarihçilerin daha az dile getirdiği, yerleşik siyasi partilerden kitlesel yabancılaşma. Her iki unsur da 1968-73 yılları arasındaki radikal hareketleri doğuran “mükemmel fırtına”yı yarattı ve karşılığında, bugünün ilerici aktivistleri için yol göstericiniteliğinde olan o dönemki hızlı değişimlere yol açtı.   

Bunun nedenini anlamak için, öncelikle zamanı birkaç on yıl geriye sarmak gerekiyor. 1960’larla ilişkilendirilen, siyasete kitlesel katılımın izlerini, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki dönemde bulmak mümkündür. Savaşın hemen ardından, “demokrasi” için canlarını tehlikeye atıp savaşan siyah gaziler ırkçı Jim Crow yasalarına ve onu destekleyen, şiddetli ırkçılığın hâkim olduğu bir ortama geri döndüler. 1954’te yüksek mahkemenin Brown v. Board of Education of Topeka kararı, ayrımcılığı resmen yasakladı ancak gerçek değişim adına bir şey sağlamadı; hatta, Amerika demokrasisinin herkese uygulandığı yalanını üstüne basa basa söyledi.

1955-56’da Montgomery, Alabama’da tereddütlü Martin Luther King Jr’ın bir vatandaşlık hakları kahramanı olmasının yolunu açan efsanevi otobüs boykotunun ardındaki asıl itici güç, vaatler ve gerçeklik arasındaki bu çelişkiydi. Hareket, gücünü yalnızca şehrin siyah toplumunun kitlesel katılımından değil, bu yeni hareketin her iki büyük siyasi partiye de duyduğu derin güvensizlikten alıyordu. King’in babası ve babasının neslindeki Siyah aktivistler İç Savaş’tan beri Cumhuriyetçi Parti’yi özgürlükçü parti olarak benimserken, King Jr.’ın neslindeki aktivistler köleliğin kaldırılmasından beri o partinin siyahlar için ne yaptığını sorup duruyordu.

Demokrat Parti, aynı zamanda Klan ve Jim Crow’un partisi olduğu için, her iki parti de değişim talep eden güneydeki siyahların yoluna duvar örüyordu. King Jr’ın nesli, kurtuluşun kendi ellerinde olduğu sonucuna varabilmişti.

Bu bağımsızlık ve kendini özgürleştirme ruhu sayesinde hareket, 1963’te Washington’da yapılan ve her iki partinin de uzak tutulduğu büyük yürüyüşü örgütledi ve yürüyüşü yasaklamalarını talep eden dönemin Adalet Bakanı Robert Kennedy’ye boyun eğmeyi reddetti. 1960’ların ortasında medeni haklar yasasının yürürlüğe girmesi için işte böyle mücadele ettiler ve ABD’deki resmi ırk ayrımına noktayı koydular.  

Bu bağımsızlık ve kendini özgürleştirme ruhunun bir benzeri Stonewall’dan kısa süre önceki büyük olaylardan sonra LGBTİ+’lara da nüfuz etmişti. Bu nedenle, Stonewall’daki polis saldırısına verilen tepki önceki benzer polis saldırılarına verilen tepkilerden çok farklıydı.

4 Nisan 1967’de Martin Luther King Jr., Riverside Kilisesi’nde Vietnam Savaşı’na karşı yaptığı, dönüm noktası niteliğindeki konuşmasının ardından, daha sonra bünyesindeki genç aktivistleri LGBTİ+ hareketinde de yer alacak olan savaş karşıtı hareketin kahramanı oldu. Bu konuşması yüzünden yüzlerce gazete King’i topa tuttu. Bir yanda liberalinden muhafazakârına önde gelen eleştirmenler, öte yanda ana akım vatandaşlık hakları aktivistleri King’e karşı çıkıyordu. Yalnızca halktan vatandaşlık hakları aktivistleri ile yeni yeni filizlenen savaş karşıtı hareket King’in yanındaydı.

King, bu konuşmasından bir yıl sonra Memphis’te, grevdeki temizlik işçilerine desteğe gittiğinde öldürüldü. Çoğu siyahın Amerika “demokrasi”sine ne kadar yabancılaştığını gösteren ayaklanmalar ABD’nin neredeyse her şehrini sarstı. Demokrasi gelişsin diye çırpınan biri, ırkçı bir saldırıyla öldürülmüştü, bu suikast, birçoklarına siyasi sistemin ve partilerin geri döndürülemez bir çöküşte olduğunu gösterdi. 

Ancak genç beyaz aktivistlerin çoğu sisteme hâlâ güveniyordu. 1964 seçimlerinde, çoğunluğu beyazlardan oluşan Demokratik Toplum İçin Öğrenciler hareketi, açıkça savaş yanlısı ve sağcı Barry Goldwater’a karşı “barış” adayı olarak kapmanya yürüten Lyndon Johnson’u destekledi. “Half the Way With LBJ” (LBJ ile Yolun Yarısı), savaş karşıtı genç aktivistlerin sloganıydı. Johnson’un ulusal programlarını beğeniyor ama savaş istemiyorlardı;Johnson’un savaşı bitireceğine dair verdiği sözlere inanıyorlardı. LBJ seçimi kazandıktan sonra Vietnam Savaşı’nı hızla kızıştırdı.

LBJ’nin bu hareketinden dört gün sonra King, iki ay sonraysa Robert Kennedy öldürüldü. Kennedy yeniden yarattığı “savaş karşıtı” imajıyla birçok genç aktivisti heyecanlandırmıştı ama artık yoktu.

26-29 Ağustos 1968’de Chicago’da düzenlenen Demokrasi Kongresi’ne katılan genç savaş karşıtı aktivistlerin çoğu, sistemin kendini düzeltebileceğine dair inancını sürdürüyordu. Çoğu, elde kalan Demokrat Partili “savaş karşıtı” aday Eugene McCarthy ile aynı fikirdeydi. Savaş yanlısı aday ve dönemin Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey, tek bir eyalet ön seçimini bile kazanamamıştı. Adaylar arasından Kennedy ile McCarthy Demokrat oylarının yüzde 68.7’sini toplamıştı. Savaş yanlısı aday kazanacak değildi ya! Belediye Başkanı Richard J. Daley’nin kongre salonunun dışındaki polis gücü, savaş karşıtı aktivistlerin Amerika demokrasisine dair son umutlarını da kafalarına copla vura vura yok etti. 

Amerikan demokrasisine ve iki siyasi partiye duyulan inanç, siyahından beyazına tüm genç aktivistlerin paramparça olmasına yol açtı; birkaç ay sonra bu genç aktivistlerin büyük bir kısmı, yeni kurulan ve ülkenin dört bir yanına yayılan Eşcinsel Kurtuluş Cephesi’nde saf tutmaya başladı. Politikacılar ve partileri çöktüğü için, değişimi bizzat halkın yaratması gerekecekti.

Eski homofil hareketinin yapmaya çalıştığı gibi uzman ve politikacıları LGBTİ+’ları “hoşgörmeye” ve “kabul etmeye” ikna etmek yerine, yeni görev onları reddedip kendileri için yeni bir toplum inşa etmeye başlamaktı. Homofillerin öz nefret dolu, eski el pençe divan tutumlarını reddeden genç aktivistler, tıpkı Siyah Gücü aktivistlerinin duyurduğu “Siyah Güzeldir!” ve kadınların göklere çıkardığı “Kadın Gücü!” sloganları gibi “Eşcinsellik İyidir!” sloganını gururla duyurdular. Önceki örgütlenme deneyimlerine rağmen, 1950 ve 1960’ların eski homofil hareketinden çok az aktivist bu yeni radikal harekete dâhil oldu.

Harekette bir yarılma

1960’ların ortalarında siyahların resmi yasal eşitliği kazanması, Vatandaşlık Hakları Hareketi’nde bir yarılmaya yol açtı.

Amerikan apartheid’ı altında her sınıftan siyah yoğun bir baskı altındaydı ve hem politik hem de ekonomik güç alanlarından sürgün edilmişti. Küçük bir azınlık dışında, durum hâlâ böyle. Ancak siyah toplumunun nispeten ayrıcalıklı bir azınlığı tüm siyahların sözcüsü olarak kariyer yapmak adına, kimi zaman kendi toplumunun kazanımları pahasına, bu resmi yasal eşitliğin verdiği olanakları kullandı. 

Bu azınlığın, resmi yasal eşitliği kazandıktan sonra talep ettikleri tek “eşitlik” kendi sosyoekonomik sınıflarına kadardı. Ağızlarından eksik etmedikleri “çeşitlilik” ilkesi, asla sınıfı kapsamıyordu.

Benzer bir süreç son on yılda ABD’nin birçok bölgesinde resmi eşitlik kazanılmasının ardından LGBTİ+’lar arasında da yaşandı. Küçük bir azınlık Demokrat Parti bünyesinde güçlü konumlar edindi, ancak bu güç nadiren LGBTİ+’ların geneline yaradı. Hatta bazen tam tersi oldu.,Kongredeki ilk LGBTİ+’lardan Barney Frank, vadedilen orduda eşit istihdam hakkı konusunda Başkan Clinton’ın geri adım atmasını mazur gösterip, önceki politikaya göre çok daha fazla LGBTİ+’nın ordudan atılmasına yol açan, 1993’teki “Sorma, Söyleme” yasasını kongreye sunacak kadar ileri gitti. Frank aynı zamanda Nancy Pelosi ile birlikte Obama dönemindeki Çalışanların Özgür Seçimi yasa tasarısından trans haklarını çıkararak, bu hak mücadelesini yarı yolda bıraktı.

Frank, şu an milyonlarca LGBTİ+’nın eşlerine sağlık sigortası yaptırmasını ve çocuklarının yasal velayetini almasını kolaylaştıran eşit evlilik hakkını desteklemek şöyle dursun; hareketi yıllarca geriye götüren ve çeşitli LGBTİ+ haklarına saldırmak için kullanılan rezil “Evliliği Savunma Yasası”nı düzenleyen Clinton yönetimini mazur göstermeye çalıştı. Daha da beteri, aynı zamanda kendi partisinden olan, dönemin San Francisco belediye başkanı Gavin Newson 2004’te eşcinsel evlilikleri tanımaya başladığında Frank ve diğer Demokrat Parti liderleri Newson’u kınadılar.

Bugün, asgari ücret artışlarına karşı çıkmak, soylulaştırmayı desteklemek, attacking homeless people ve yalnızca parti politikacısı olmak gibi, birçok LGBTİ+’nın çıkarıyla doğrudan çelişen politikalar yürüten LGBTİ+ politikacılar ve onların gökkuşağı görünümleriyle karşılaşmak gayet mümkün. 

Tıpkı Vatandaşlık Hakları Hareketi resmi yasal eşitliği kazandıktan sonra hareketi terk edenbazı siyahlar gibi; bazı LGBTİ+’lar da büyük şehirlerde yasal eşitliğin çoğu unsuru ve ulusal çapta eşit evlilik hakkı kazanıldıktan sonra “alacaklarını aldıklarına” karar verip tam ve gerçek eşitlik için verilen mücadeleyi bıraktılar. 

“En tepedeki” geylerin hareketten ayrılması bazı radikal LGBTİ+’ları umutsuzluğa sürükledi. Ama umutsuzluğa gerek yok. 

Siyahlardan oluşan Vatandaşlık Hakları Hareketi 1960’ların ikinci yarısında benzer bir dönüşüm geçirdi ancak bu durum, 1968-73 arasında güçlü bir şekilde yayılan Siyah Gücü’nün sahneyi ele geçirmesine engel olmadı. Aslında birçok açıdan, bu erken bölünme dönüşümün ön koşuluydu, Kara Panterler, Dodge Devrimci Birlik Hareketi ve diğer Siyah Gücü gruplarının Amerika kapitalizmi analizleri bu bölünmeden sonra keskinleşmişti.

1968-73 dönemindeki dinamik ve etkili hareketlere benzer bir hareketin ortaya çıkmasını ne kadar istersek isteyelim, bu hareketleri yaratmak için arzu ve sıkı çalışmadan fazlası gerekiyor. Statükodan çıkar sağlayan politikacılar, ünlüler ve zenginler yerine, kendilerini kurtuluşlarının tek kaynağı olarak gören, genelde anonim olarak anılan Stonewall dönemi aktivistlerinin bu politikaları benimsemesine yol açan bazı tarihsel koşullar vardı.

Hem Demokratlardan gem de Cumhuriyetçilerden tiksinen ancak kendilerinin doğrudan gerçekleştirdiği değişime dair umudunu kaybetmeyen, büyük “siyasete bağlı olmayan” insan grubu, bu özgür siyasette kendine verimli bir alan buldu.

1950’lerin başında, Harry Hay’in çevresindeki, çoğu da kendisi gibi eski Komünist Parti üyesi olan radikaller, ABD’de Mattachine Society ile yeniden eşcinsel hareketini kurdular, ki o dönem bulundukları zemin oldukça taşlıydı. Şüpheli “kızıllar”ın ve eşcinsellerin temizlendiği McCarthy dönemi öyle gerici bir dönemdi ki hiçbir iradenin gücü kitlesel bir eşcinsel hareketi yaratmaya yetmezdi.

Hay’in politikalarının merkezi bir yönünün, yaklaşık yirmi yıl sonraki Stonewall hareketinin politikalarıyla benzer olması dikkate değer: Hay, siyahlara yönelik ırkçılığa karşı aktivizminden yola çıkarak, eşcinsellerin hetero toplum tarafından ezildiğini ve eşcinsel olmayanlarla tam eşitliği hak ettiğini düşünüyordu. Bir nesil sonrasının “Eşcinsellik İyidir!” sloganını yankılandıran Hay, en yakın arkadaşlarıyla Mattachine’den tasfiye edildikten sonra, homofil hareketinin sürekli yaptığı gibi, “uzmanlar” ve politikacılar tarafından hoşgörülmek adına kendini değersizleştirmeye ve acıklı yakarışlara harekette yer olmadığını dile getiriyordu.

Sınıf ve radikal hareketler

Neyse ki bugünün koşulları, kitle hareketlerinin ortaya çıkması için birçok açıdan çok daha elverişli. Her şeyin ötesinde, dünyanın dört bir yanında on milyonlarca LGBTİ+ kendinin farkında ve açılmış durumda. 

1960’ların sonunda siyah yanlısı kapitalizmin birçok siyahı arkasında bırakması gibi, bugün de pembe yanlısı kapitalizm aynı şeyi LGBTİ+’lar için yapıyor.

Siyahların yüksek makamlara seçilmesi işçi siyahlar için eşitlik getirmediği gibi LGBTİ+’ların yüksek politik makamlara gelmesi de işçi LGBTİ+’lar için eşitlik anlamına gelmiyor. Şirket makamlarında sembolik birkaç koltuk ve ayrımcılığa karşı resmi yasalar; iş yerlerinde, özellikle translara ve intersekslere yönelik ayrımcılığın sürdüğü gerçeğini değiştirmiyor. Çoğumuz bizden nefret eden ailelerde dünyaya geliyoruz. Dünyadaki hiçbir resmi yasal eşitlik gençlerin evsizliği sorununa, akıl hastalıklarına ve sıklıkla bundan kaynaklanan madde bağımlılığına dair çözüm getirmedi. Gençlerin liderliğindeki Eşcinsel-Hetero Birliği’nin önayak olduğu değişimler hariç, devlet okullarının LGBTİ+’ları kabul eden ve kucaklayan kurumlara dönüşmesi konusunda çok az aşama kaydedildi; ki ebeveynler, veliler ve diğer yetişkinler düşmanca davranıyorken bu dönüşüm çok acil bir ihtiyaç.

1960’ların ortalarında, siyahlardan oluşan Vatandaşlık Hakları hareketi çok daha büyük fedakârlıklar sonucu resmi eşitlik kazandı ancak Siyah Gücü aktivistleri ile King, toplumlarındaki çoğu insanın hayatını dönüştürmek için çok daha fazla ve çok daha masraflı kazanımlara acilen ihtiyaç olduğunu dile getiriyorlardı.

Keza geyler, lezbiyenler ve biseksüeller de eşit evlilik hakkı, büyük şehirlerin çoğunda resmi olarak eşit barınma ve istihdam hakkı, orduda eşit istihdam hakkı gibi neoliberalizmin taviz vermeye istekli olduğu basit ve masrafsız kazanımların çoğunu elde ettiler, tam olarak bu tavizler neoliberal “müttefikler”imize çok aza mal olduğu için. Evsiz LGBTİ+ gençler de dâhil herkes için barınma, tüm devlet okullarında LGBTİ+’ları kucaklayıcı eğitim ve LGBTİ+’ların ihtiyaçlarını karşılayan ücretsiz sağlık hizmetleri gibi gerçek ve politik sermayeye milyonlarca dolara mal olacak gerçek devasa değişimler ise söz konusu bile değil.

Stonewall’dan çıkarılacak dersler

Bizi bekleyen görevler göz korkutucu. Birçok ülkede aşırı sağ yükselişte. Gezegeni yok etmesi muhtemel iklim değişikliği yakında geri döndürülemez bir hâle gelebilir. Bir yanda dünya nüfusunun yarısı kadar serveti olan yirmi altı dolar milyarderi var, öte yanda ise savaşlar ve “güvenlik” için dile getirilmeyecek boyutta kaynak harcanıyor. Trump’a alternatif gibi görünen neoliberal politikacılar bize sadece göstermelik reformlar sunup köklü bir değişim için yeterli kaynak olmadığını söylüyor. Gerçekten de bankaları kurtarırken Trump’ın yolunu açan şey, neoliberal Demokrat Parti’lilerin göstermelik reformdan fazlasını sunamamaları. Diğer politikacılar ihtiyacımız olan köklü değişimleri vadediyorlar ancak ABD’nin dünyanın büyük bir kısmını kontrol altına almasına ve dolayısıyla askeri harcamaları desteklemeleri bu vaatlerin birer şaka olduğunu ima ediyor. Temelde, köklü değişimin “tepeden inme” bir yaklaşımla yaşanacağını üstü kapalı veya açıkça dile getiren o politikacıları veya Demokrat Parti’lileri bizim için değişim yaratsınlar diye seçmek, Stonewall dönemi hareketlerinin politikalarıyla tamamen çelişir. LGBTİ+ tarihi boyunca, Bill Clinton’ın ordudaki istihdam ayrımcılığına son verme vaadinde ve 1977 Dade County, Florida eşit haklar yönetmeliğinde olduğu gibi “yukarıdan reform”, ilerlemeden çok felakete neden olmuştur.

Resmi yasal eşitlikle gelen basit ve masrafsız kazanımların çoğu ardımızda kaldı. Herkes için barınma, herkes için ücretsiz sağlık hizmeti ve devlet okullarında LGBTİ+ dostu eğitim gibi daha göz korkutucu ve masraflı haklar içinse, en az 1968-73 dönemi hareketlerinin biriktirdiğine denk bir güce ihtiyaç var. O dönemki hareketler, Richard Nixon gibi ırkçı, homofobik ve savaş çığırtkanlığı yapan bir yobazın bile büyük tavizler vermeye zorlanabileceğini gösterdi.

Böylesine güçlü hareketlerin kilit noktası sadece kitleselliği değil, her iki büyük partiden de bağımsız olmalarıydı. Trump’a yönelik meşru nefret giderek artıyor ve Demokrat Parti’liler gücü yeniden ele geçirmeye hevesli. Önümüzdeki iki yıl ve sonrasında bize düşense bu hareketleri kitlesel olarak güçlendirmek ve bu hareketlerin Demokrat Parti tarafından iç edilip etkisiz kılınmasını önlemek.

Stonewall ve kardeş hareketlerinden bugün için çıkarılacak ders şudur: köklü değişim yaratacak tek yöntem taban örgütlenmesidir. Gerçek değişim için gereken güç partilerin içinde değil, kendi kurtuluşunu kendi çabaları ve örgütleriyle getirmek zorunda olan halktadır. 

Ana görsel: Rinaldo Holp – STONEWALL RIOTS 1969 (Watercolour, acrylics & ink on vintage newsprint (The Advocate Magazine 1969 – 1974) on board, 200 x 420 cm / 6.5 x 13.7 feet, 2019)

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

Authors

Bir Cevap Yazın