Kadın Hakları, Trans Haklarıyla Çelişmez

“Gerçekten herkes için bir fark yaratmak ve eşitliği sağlamak istiyorsak, genişlemeyi benimsemeli ve farklı cinsiyet ve toplumsal cinsiyet deneyimlerini hesaba kattığımızdan emin olmalıyız. Diğer kişilerin ve bedenlerinin bekçiliğini yapmak bize düşmez.”

Lafını sakınmayan bir trans hakları savunucusu olarak, çoğu zaman çevrimiçi suistimale hedef oluyorum. Ve son yıllarda, bana zorbalık yapanların pek çoğu “cinsiyete dayalı haklar” için seferber olduğunu iddia edenlerdi.

İlk bakışta bu terim, kadın haklarını savunan feminist bir tabir olarak görülebilir. Kulağa epey makul geliyor, değil mi? Ancak mevzu o kadar basit değil.

Bu sözde seferber olanların çoğunun aslında dertlerinin neyle ilgili olduğuyla yüzleşmenin zamanı geldi. Tecrübelerime göre, dertleri eşitlikle ilgili değil ve kesinlikle feminist değiller.

“Cinsiyete dayalı haklar” savaş çığlığını kendilerine siper eden birçok kişi de transları düzenli olarak çevrimiçi suistimal ve taciz ediyor. Bunu biliyorum çünkü doğrudan buna maruz kalan taraftayım.

Davranışları gerçekten saplantılı olabilir: sosyal medyada büyük kitleleri teşvik ettiler, bana kötü niyetli bir şekilde yanlış cinsiyet atadılar, taciz ettiler ve hatta çevrimiçi paylaşmak için eski fotoğrafları eşeleyip çıkardılar; bunları beni küçümsemek, alay etmek ve görünüşümden dolayı suistimal etmek için kullandılar.

Birkaç yıl önce queer kadın dergisi DIVA’nın benimle yaptığı bir röportajı sosyal medya hesaplarında paylaşması da dahil olmak üzere bu birçok defa başıma geldi ve hedef alındım.

DIVA dergisi trans kapsayıcı bir yayın; editör Carrie Lyell, ‘trans ve non-binary kardeşlerimizin yanındayız’ diye belirterek ve ‘Bu tür nefretin topluluğumuzda yeri yoktur’ diyerek yanıt verse de belli ki okurlarının bir kısmı böyle düşünmüyor.

“Cinsiyete dayalı haklar” teriminin arkasında toplananlar, üreme hakları, tek cinsiyetli alanlara erişim ve bunun gibi fiziksel cinsiyetle ilgili konuları savunduklarını iddia edecekler.

Yine de bu ifadeyi ne zaman görsem, neredeyse sadece transların ve özellikle trans kadınların cinsiyetlendirilmiş alanlardan ve feminist hareketten dışlanmasını ve ayrıştırılmasını haklı çıkarmak ve trans haklarına karşı savunma yapmak için kullanılıyor.

Bu “seferber olanlar”, kürtaj, tampon vergisi, rahim ağzı kanseri, cinsel ve aile içi şiddet, kadın genital sakatlama/mutilasyonu (KGM) ve daha fazlası gibi konularda cinsiyetleri nedeniyle trans kadınların asla endişelenmek zorunda olmayacaklarını savunuyorlar.

Trans kadınlar rahim ve rahim ağzına sahip olmamalarına, regl olmamalarına ya da kadın genital sakatlamaya maruz kalmamalarına rağmen, kesinlikle cinsel ve ev içi şiddete maruz kalıyorlar – sadece kadın oldukları için değil, aynı zamanda trans oldukları için.

Stonewall ve YouGov tarafından yürütülen araştırma, trans kadınların %16’sının 2016-2017 yıllarında 12 ay boyunca bir partner tarafından uygulanan ev içi şiddete maruz kaldığını ortaya koydu; bu, aynı dönemde cisgender (natrans) kadınların %7,5’ine karşılıktı.

Ve BBC tarafından bakılan istatistiklere göre, son beş yılda Birleşik Krallık’ta trans kişilere karşı yapıldığı bildirilen nefret suçları beş kat arttı. Translar, ayrımcılığa ve şiddete karşı her zamankinden daha fazla savunmasız durumdalar.

Siyah kadınların kadın düşmanlığını ırkçılıkla kesişim halinde yaşaması gibi (“siyah mizojini (misogynoir)” olarak adlandırılır), trans kadınlar da kadın düşmanlığını transfobiyle kesişim halinde yaşarlar (trans mizojini -transmisogyny– olarak adlandırılır).

Trans kadınlar üreme hakları açısından cis (natrans) kadınlarla aynı zorluklarla karşılaşmayabilir, ancak kendilerine has bir takım zorluklarla karşı karşıyadırlar.

Trans kişilerin sperm ve yumurta dondurma işlemlerine erişimi sınırlı olabilir ve bu da belirli cerrahi ve hormonal müdahalelerden geçerlerse daha sonra çocuk sahibi olamamalarına neden olur.

2017 yılına kadar, Avrupa’daki bazı ülkeler de dahil olmak üzere dünya çapında birçok ülke, cinsiyetlerinin yasal olarak tanınması için transları kısırlaştırma operasyonu geçirmeye zorluyordu. O yıl Nisan ayında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bunun insan haklarını ihlal ettiğine karar verdi.

Doğumda kadın olarak atanan trans erkeklerin ve non-binary kişilerin hala kürtaj, menstrüasyon, rahim ağzı kanseri ve kadın genital sakatlama gibi sorunlardan etkilendiğini unutmamak gerekir.

Bu nedenle, tampon vergisi ve rahim ağzı taramaları konusunda farkındalığı artırmaya yönelik çalışmalar yapan birçok modern girişim, bu konulardan etkilenen herkesin bu önemli tartışmalara dahil edilmesini sağlamak için daha kapsayıcı olmaya zorlanıyor,.

Aksi takdirde, aşağılanma ve ayrımcılığa uğrama korkusundan dolayı ihtiyaç duydukları hizmetleri talep etme olasılıklarının azalmasına neden olabilir.

Gerçekten herkes için bir fark yaratmak ve eşitliği sağlamak istiyorsak, genişlemeyi benimsemeli ve farklı cinsiyet ve toplumsal cinsiyet deneyimlerini hesaba kattığımızdan emin olmalıyız. Diğer kişilerin ve bedenlerinin bekçiliğini yapmak bize düşmez.

Bireyler, kim olduklarını ve nasıl muamele görmek istediklerini belirleme gücüne sahip olmalıdır.

“Cinsiyete dayalı haklar” sancağı altında seferberlik yürütenlerin çoğunun çabasının göründüğü gibi olmadığı açık, çünkü bunların hepsini daha önce duydum. Aynı argümanlar, çok uzun süredir eşitliğe karşı mücadele eden aşırı sağ muhafazakar sesler tarafından da kullanılıyor.

Bunun en bariz örneklerinden biri, ABD’deki trans vatandaşların cinsiyet kimliklerine uygun tesisleri kullanmasını engellemeyi amaçlayan ve sıklıkla sosyal muhafazakarlar tarafından savunulan “tuvaletle ilgili yasa tasarılarıdır”.

Benzer şekilde, Birleşik Krallık’ta trans karşıtı seferberlik yürütenler de, natrans kadınların güvenliğiyle ilgili argümanları öne sürerek transların cinsiyetlendirilmiş alanlardan dışlanmasını istiyorlar.

Aşırı sağ aktivistlerin ve trans karşıtı davaların birbirleriyle müttefik oluşları göz önüne alındığında, bu her nasıl sunulursa sunulsun aslında dertlerinin eşitliği geliştirmekle ilgili olmadığını gösteriyor.

Görünüşte birbirine zıt hareketler arasında güçlü bağları olan ülkeler, gerçekten bundan istifade ediyor ve bize eşitliğin bir ‘şu ya da bu’ şeklinde olmadığını gösteriyor.

İzlanda’da*, ki ben de oralıyım, feminist hareket ile queer hareket arasında güçlü bir bağ ve büyük bir işbirliği var – İzlanda Kadın Hakları Derneği (IWRA) geçtiğimiz günlerde ülkedeki translar için çalışan bir dernek olan Trans Island’ı oybirliğiyle yeni üye olarak kabul ederek ‘toplumun tüm alanlarında tüm cinsiyetlerin eşit statüsünü’ güvence altına alma hedefini yeniden taahhüt etmiş oldu.

Trans eşitliği konusundaki bu tür adımlar feminist hareket tarafından desteklenmekte ve pek çoğumuz her ikisinin de aktif bir parçasıyız.

Feminizm herkes için eşitlik, adalet ve hakkaniyet ile ilgilidir ve buna trans bireyler de dahildir. Kimsenin sizi farklı bir şeye ikna etmeye çalışmasına izin vermeyin. Zulme karşı mücadelemizde birlik olmalıyız.

—-

İngilizce orijinali 13 Ocak 2021’de “Women’s rights aren’t at odds with trans rights” başlığıyla Metro.co.uk sitesinde yayımlanan bu yazıyı yazarın izniyle çevirdik. 

Cinsiyet Özerkliği Kanunu – İzlanda

İzlanda’da 2019 yılında yürürlüğe giren Cinsiyet Özerkliği Yasası (Gender Autonomy Act), trans ve interseks bireyler için en ilerici yasalardan biridir. Bu yasa, yazar ve trans hakları aktivisti Ugla Stefanía Kristjönudóttir Jónsdóttir dahil olmak üzere LGBTİ+ aktivistlerin de katılımıyla hazırlanan yasa tasarısından hareketle İzlanda’da mecliste oy çokluğu ile kabul edilmiştir. Cinsiyet Özerkliği Kanunu, herkesin translarla ilgili sağlık hizmeti alabilmesini ve tıbbi bir teşhis olmaksızın resmi belgelerde adını ve cinsiyetini değiştirebilmesini sağlar, ek olarak 18 yaşından küçüklerin de yasal vasilerinin onayıyla bundan faydalanabilmesine izin verir. İzlanda’daki bu yasa, Uluslararası Af Örgütü, çocuk koruma hizmetleri ve İzlanda Kadın Hakları Örgütü gibi gruplardan destek almıştır. Tasarı geniş çapta desteklenmiş ve tek bir milletvekili bile aleyhte oy kullanmamıştır. Bu kanun ayrıca resmi belgelerde “X” harfiyle belirtilen, kadın ve erkek dışında bir cinsiyet beyanına izin verir ve non-binary bireylerin 6 Ocak 2021’den itibaren resmi olarak tanınmasına imkan sağlamıştır.

Ugla Stefanía Kristjönudóttir Jónsdóttir‘in 3 Eylül 2021’de Twitter hesabında paylaştığı şu zinciri de hem yazısıyla alakası olması nedeniyle hem de İzlanda örneğini daha iyi anlamamızı sağlaması açısından iyi olacağını düşünerek çevirdik.

İzlanda’da Cinsiyet Özerkliği Kanunu’nun kabul edilmesinden bu yana iki yıldan fazla zaman geçti ve spor salonlarına, hapishanelere, sığınaklara, kadınların aday listelerine veya başka herhangi bir cinsiyetli alana erişim sağlamak için hiçbir ‘erkek kadınmış davranmadı’. Trans-karşıtı ‘endişelerin’ hiçbiri gerçekleşmedi.

Gerçekleşen tek şey, artık insanların ulusal kayıtlarda isimlerini ve cinsiyetlerini değiştirmek için insanlıktan çıkarıcı ve aşağılayıcı bir süreçten geçmelerine gerek kalmamasıdır. Artık ücretsiz olarak çevrimiçi bir form doldurarak bunu kolayca değiştirebiliyorlar.

Uygulamayla ve lojistik konularla ilgili çözülmesi ve tartışılması gereken engeller olsa da – ve hala bazılarının olması gerekirken- etkilenenler sadece trans bireylerin kendileri oldu. Tek bir cis [natrans] kişi dahi olumsuz şekilde etkilenmedi.

Birleşik Krallık’taki bu Cinsiyet Özerkliği Kanunu tartışması bu nedenle çok saçma, çünkü sadece doğum belgenizi değiştirmekle ilgili. Translar zaten diğer tüm kimlik belgesi türlerini değiştirebilir ve cinsiyet kimliklerine uygun alanları yasal güvence altında kullanma hakkına sahiptir.

Onlarca yıldır açık olarak kendimiziz ve tüm bu alanları ve hizmetleri kullanıyoruz, herkesle aynı tuvaletleri kullanıyoruz, sporda rekabet ediyoruz, iş yerinizi paylaşıyoruz ve hayatımızı kendimiz olarak toplumun bir parçası halinde yaşıyoruz. Birden bire ortaya çıkmadık.

Birleşik Krallık basınında yaratılan medya ilgisi bu nedenle tamamen asılsızdır ve kanıtı veya mantığı yoktur. Orada dert trans haklarıyla ilgili değil – aşırı sağ ideoloji için bir sis perdesi olan ‘sağduyu’ ve ‘biyoloji’ kisvesi altında ahlaki bir panik yaratmakla ilgili.

Bu ülkenin ve dünyanın karşı karşıya olduğu çok daha acil sorunlarımız var; kemer sıkma, ırkçılık, kadın düşmanlığı, sürdürülemez ekonomik sistemler ve ciddi bir iklim krizi gibi. Ama bunun yerine, gerçek bir sorun bile olmayan bir şeye enerji harcıyoruz. Bu sinir bozucu. Bırakın insanlar kendileri olsun.

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

1 Comment

Bir Cevap Yazın