Melike Şahin’in Bana Ettikleri

İlker Hepkaner

I. Kavuşma

Geçen kış, daha corona çok uzaklardan aldığımız bir haber iken, ailemi ve arkadaşlarımı tam 3,5 yıl sonra ziyaret etmek için Türkiye’ye geliyordum. Araştırma, tez yazma ve savunma, iş bulma filan diye gurbette çırpınırken evim İstanbul’a uzun süre geri dönememiş, ülkeye dair birçok şeyi de takip edemez olmuştum. Müziksiz geçen karanlık bir sürecin sonrasında bir süre hep eski şarkıları dinlemiş, ardından bir dostumun elimden tutmasıyla oldukça güvende hissettiğim bir müzikal döneme, 90’lar Türkçe popuna dalmıştım. İçim kıpır kıpır olsa da, korkuyordum: ya arkadaşlarımla konuşacak bir şey bulamazsak? Ya çoktan farklı tellerden çalmaya başladıysak? Ben gelmeden konuştuğumuzda podcast’i dinlediklerini söylüyorlardı, o zaman muhakkak müzik konuşacaktık. Müzik, ben İstanbul’da yaşarken de bizi birbirimize bağlardı. Grubumuzda çok fazla güzel sesli arkadaşımız olduğu için, biz şarkı söyleyemeyenler ne zaman rica etsek bu gönlü bol sesi güzel dostlarımız küçük buluşmalarımızı dev konserlere dönüştürürlerdi. Sözcükler biter ya da görüşülmeyen yıllar kendini hissettirirse konular kafamda hazırdı, arkadaşlarımla müzik konuşacaktık.

Uçağı beklerken can havliyle Spotify’a girdim, arkadaşlarımın dinledikleri yeni sanatçıların şarkılarından oluşan bir liste yaptım. Listedeki kimseyi müzikal anlamda tanımıyordum, sadece birkaç grubun indie topluluklarına has alışılmadık isimlerine aşinaydım. Uçakta heyecandan listeyi dinlemeyi unuttum. İstanbul’a iner inmez ilk iş oynat tuşuna bastım ve Melike Şahin’in sesiyle ilk defa Haliç’in üzerinden geçerken tanıştım. Tutuşmuş Beraber çalıyordu. 

Şu hayatta en sevdiğim şehrin bilmem kaçıncı kez değişmiş suretiyle karşılaştığımda Melike Şahin kulağıma acıklı bir hikaye anlatıyor olsa da korkmama gerek olmadığını düşündüm. Belki Melike Şahin’i o zamana kadar hiç duymamıştım, ama onun şarkıları, yorumu az önce bahsettiğim sesi güzel gönlü bol arkadaşlarımınki gibiydi: içten, bizden, sade…

Ben şehre ve dostlarıma kavuşurken kulağımda çalan ve beni sakinleştiren Melike Şahin, sonrasında başıma bir sürü iş de açtı. 

II. Çatıda içilen sigaralar

Melike Şahin’in bizdenliğini keşfettiğimden beri kendisini rakı masası listelerinin baş tacı yaptım, ancak New York’a döndüğümde şarkılarını çalıp efkarlanacağım masalar bulmak pek de kolay olmadı. Melike Şahin’in sesi bana nereye gidersem gideyim evde olduğumu hissettiriyordu ama, caddeden gelen siren sesleri, apartman boşluğundan yükselen İngilizce diyaloglar, sokağa her adım atışımda geçen yıllara rağmen üzerimden atamadığım yabancılık beni bir yere ait olamama gerçeğimle tekrar tekrar yüzleştirdi. Gurbetin git gide kolaylaşan bir yaşama biçimi olduğunu iddia edenlere “evet haklısınız” demeyi çok isterdim, ama buna inanırsam, kendime söylediğim “iyisin, güzelsin, hayat harika gidiyor”dan daha büyük bir yalan söylemiş olurum. Gurbet hiç de kolaylaşan bir süreç değil, her anı ayrı acıyor, acıtıyor. 

Tam da bu nedenle yıllar önce bıraktığım sigarayı sılayla özdeşleştirmek gibi garip bir alışkanlığım oldu. Ne zaman İstanbul’u özlesem kendimi deli gibi sigara içmek isterken buldum. Haftada ikiyi veya üçü geçmeyen bu nöbetler sanırım 18 yaşımda ABD’ye gelip on ay boyunca kurtulamadığım memleket hasretinden ve o zamanlar kendimi oyaladığım içkili sigaralı saçma ergen triplerimden kalan bir “armağan”. Bu nöbetlerde genelde önce çatıya çıkıyorum, bana İstanbul’daki dostlarımı anlatan bir şarkı açıyorum, sonra New York şehrine bakarken bir sigara yakıyorum ve garip bir şekilde sakinleşiyorum. Sigarayı genelde yarısında söndürüyor, hayatıma devam ediyorum. Haliç’teki o büyülü andan beri artık tüm ülkeye ruhen dönüş triplerimi elbette Melike Şahin şarkılarıyla yapıyorum. Bu nedenle Kara Orman ve Kimin Izdırabı efkarlarımın başköşelerini tutuyor diyebilirim. Olur da beni bir gün bir rakı sofrasına davet eder de bu şarkıları ve pek tabii Hakan Taşıyan’la birlikte seslendirdiği Kilitli Kapılar Açılsa’yı listeye koymazsanız, bozuşuruz.

III. Fon müzikleri

Melike Şahin geçen ay çıkardığı ilk albümü Merhem’le bir kere daha çıplak gözle görülmeyen yaralarımıza göz dikti ve ne yalan söyleyeyim, niyetinin kötü olmadığına çok çok önce ikna olmuş biri olarak bu yaralara basacağı tuz için çok heyecanlıyım. Albümdeki şarkılar yazsak roman, çeksek film olur dediğimiz yaşamlarımıza fon müziği olsa sırıtmaz cinsten; insana “bu kadın beni tanıyor mu ki bu şarkıyı yazmış?” dedirtiyor. Samatya’da İlk Rakı mesela. Aşkta çekilen kimi acıların bazen bile bile lades demenizin bir sonucu olduğunu mükemmel anlatmıyor mu? Bu şarkıyı dinlediğim günden beri sevdiceğinin ketumluğundan muzdarip herkesi toplayıp Samatya’da rakıya götüresim var. Hem İkinci Bahar sayesinde sevdiğimiz bu şirin semte uğramış oluruz hem de ketumlardan dert yanıp birbirimize destek olur, ağlaşır, içimizi dökeriz. Ben Melike Şahin’i de çağırma taraftarıyım. Gelir mi sizce?  

Fon müziği demişken, hani bazen ‘gidecek misin?’ diye sormanızı beklemeden yataktan kalkıp gider ya o şerefsiz, siz de arkasından bakakalırsınız… Ya şimdi ne oldu, ne vardı biraz daha kalsaydı, her şey aslında bir yalan mıydı diye kendi kendinize debelenirsiniz. Uykumun Boynunu Bükme’nin de tam olarak böyle bir anda/böyle bir ana yazıldığından eminim ama kanıtlayamam. Zira şarkının adı sanki o şerefsiz evden gitmeden açıp söylenecek bir şarkıymış gibi dursa da, anlamına baktığımızda bize o pişmanlık ve şaşkınlık anında yarenlik etmesi için yazılmış olduğunu anlayabiliyoruz. Albümdeki her şarkı için deli gönlümüzün dalgalandığı bir anı düşünebiliyorum aslında, ama gerisini size bırakacağım. Ancak, rakı masaları için hazırladığınız listelerde olduğu gibi, beni çağıracağınız -tercihen lubunya- kına gecelerinde Öpmem Lazım’ı çalmazsanız, o zaman benden çekeceğiniz var demektir.

IV. Bir anda alınıveren o bilet 

Melike Şahin hayatıma bir anda girdi, kendine en büyük köşeleri tuttu, en şık koltuğu kaptı, ancak bu size onun müziğinin hayatımda sadece edilgen bir rol oynadığını düşündürtmesin. Melike Şahin şarkıları bana en akla sığmayacak şeyler de yaptırıyor. Mesela en son BEDELİNİ ÖDEDİM dinlerken kendimi salgının en alev almış, en can yakan, en korkutan dönemlerinden birinin ortasında Türkiye’ye bilet alırken buldum. Gerçi bürokratik nedenlerden dolayı İstanbul’a gidemedim (o nedenler neydi diye hiç sormayın, açın bir Aziz Nesin öyküsü veya Haldun Taner oyunu okuyun, illaki karşılaşırsınız başıma gelenlerle) ama konu da zaten bu değil. Konu, çok özlediğim İstanbul’un Melike Şahin’in sesiyle bana gelmeye devam ediyor oluşu. İşte gurbet biraz böyle bir şey, sürekli kendini avutması gerekiyor insanın. Şimdi bir Melike Şahin şarkısı çalıp bunun icabına bakacağım dostlar. Çatı beni bekler.

2 Comments

Bir Cevap Yazın