Ben Türkiye İşçi Partisinde (TİP) örgütlenmiş, bu partiye inanmış fakat bu partiyle bir kere daha hayal kırıklığına uğramış bir eşcinselim. Sanırım en büyük yanılgım, kendisine devrimci diyen ve sınıf mücadelesi yürüttüğünü iddia eden bir partide kimlik mücadelemi de sürdürebileceğime inanmamdı. Ne yazık ki teoride resmedilenlerin pratikte asla karşılık bulmadığı “sol eril geleneğin” duvarına ben de çarpmış oldum.
Nereden başlamam gerektiğini çokça düşündüm, sanırım konuşmaya Erkan Baş ile Barış Atay’ın o ünlü meclis konuşmalarında LGBTİ+ sorunlarını görmezden gelmeleri ile başlayabilirim. Partili olduktan sonra uzun süre genel Başkanımızın ve Başkan Yardımcımızın mecliste bizim adımıza bir şeyler söylemelerini bekledim ama esâmemiz okunmadı. Bununla beraber sosyal medyadaki anti-LGBTİ+ propagandalara, Süleyman Soylu’nun açıklamalarına ve Diyanet’in LGBTİ+’larla ilgili söylemleri karşısında sessiz kalışları içten içe beni rahatsız etti. Hem partinin yayın organlarında hem de mecliste suskunluklarını korudular. Bu rahatsızlığımı dillendirdiğimde partili arkadaşlarım rapor hazırlayabileceğimi söylediler. Peki, partinin bu konuda ses çıkarması için illa birisinin rapor hazırlaması mı lazımdı? Toplumun her kesimine seslenen TİP, LGBTİ+’yı görmezden geldi. Bir kere bile ne Erkan Baş’tan ne de Barış Atay’dan bununla ilgili bir çift söz duyamadık…

Bu konu beni çok düşündürdü. Partimin bu konuda yetersiz oluşuna dair neler yapılır diye kafa yordum. Birkaç yoldaşımla konuştum, bir komisyon kuralım, bu komisyonla beraber parti içerisinde atölyeler düzenleyelim, okuma listeleri yapalım dedik. O zaman fark etmemiştim ama şimdi görüyorum ki hayatın her alanında, okulda, işte, sokakta verdiğim mücadele yetmiyormuş gibi parti içerisinde de bir mücadele vermek gerekiyormuş. Kendilerini entelektüel sayan “adamların” kadın ve LGBTİ+ üzerine bir kitap alıp okumak akıllarına gelmemiş. Her neyse, komisyon kurma fikrini İl’e (TİP Ankara il yönetimi) ilettiğim gün bir cümleyle karşılaştım. O zaman ne kadar ağır olduğunu gözden kaçırmışım, yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi; “…partide faşist bir insan görmektense homofobik/transfobik insan görmeyi yeğlerim…” Bu cümlenin tamamı değil ama bu kısmı şimdilerde bana çok ironik geliyor. Demek ki o “adamlara” göre homofobik/transfobik olmak faşizm değildi. Yıllarını faşizm ile mücadele ederek geçirdiğini iddia edenler, homofobinin/transfobinin içindeki faşizmi göremiyorlardı.
Tam da bu sıralarda Hormonlu Domates Ödülleri “patlak verdi”. Açıkça da söyleyeyim, TERF kategorisinde oyumu ‘sevgili yoldaşım’ Ebru Pektaş’a verdim. Ödüller partili kadınlar arasında da infial yaratmadı desem yalan olur. Açıkçası hayatında bir kere bile eline LGBTİ+’yı geçtim transfeminizm hakkında yazılmış bir kitabı ya da bir yazıyı okumamış insanlar Hormonlu Domates Ödülleri üzerinden bana LGBTİ+ hareketini eleştirdiler, küçük gördüler, hareketin meşruluğuna dil uzattılar. Çoğunun yaşından büyük olan hareketimiz bir TERF egosu için ezilmeye çalışıldı. İlk toplantıda bu konuyu gündeme getirmeye çalışsam da erkek bir “yoldaş”ımın başka zamanın konusu o demesiyle sindirildi. Bu da yetmezmiş gibi bir sonraki toplantıdan önce o kadının “ifşa” ile ilgili yazdığı yazıyı okuyup gelmemizi istediler. Tek başıma güçsüz olduğumu gördüm ve TERF meselesinde benimle benzer fikirde olan kadınlarla konuşmaya çalıştım. Kendi aramızda TERF, transfeminizm ve LGBTİ+ okumaları yapalım, tartışalım diye düşünüp toplantılarda bunu konu etsek de gündem olamadı ve sindirildi. Parti içerisinde Ebru Pektaş’ı sevmeyenler bile LGBTİ+ hareketine karşı onu sahiplenme yarışına başladılar, aslında “öyle” birisi olmadığını anlattılar. Bunun hemen ertesinde partili başka bir eşcinsel arkadaşa rastladım. Onunla bu konuyu konuştum, bana aktardığına göre Erkan Baş’ın yardımcısına rapor yazmış ve aldığı cevap “İlerici Kadınlar’a ilet”, olmuş. Ebru Pektaş’ın domine ettiği bir kadın örgütüne Ebru Pektaş’ı şikâyet et demiş kısaca. Hem şaşırdım hem de güldüm. Pektaş istifa nedenlerimden biriydi. İl Başkanım partinin farklı düşünceleri barındıran bir yelpaze olduğunu söylemişti. Transfobik olmak sosyalist bir partide anlayacağınız bir “düşünce özgürlüğü” olarak kabul ediliyordu.
Onur Günü’nde bir fotoğraf paylaşıp altına “Aynı gökkuşağının altındayız” yazarak LGBTİ+ dostu bir parti olunmuyormuş. Dahası Türkiye siyasetinde kimseyle aynı gökkuşağı altında değiliz. Ötekinin de ötekisi olarak Stalin öfkesinin hayaleti hâlâ Türkiye sosyalist partilerinde geziyor. Çokbilmiş sosyalist adamlar meşruluğumuza gölge indirmek istiyor. Erkten uzak olduğunu sanan kadınlar, erkek sosyalizminin elini tutuyor. Particilik uğruna fobiklere sahip çıkılıyor.

Bu mektubu okuyacak partililer en fobik küfürlerle ya da fobik değilmiş gibi yapacakları süslü devrimci sözlerle sosyal medyada bana saldıracak. Bu da bir parti geleneğidir, bilen bilir. Hiçbirisi umrumda olmayacak. Meşruluğunu sorguladığınız mücadelemiz, günden güne kendini geliştirirken, öz eleştiriden tenezzül etmezken sizler particilik uğruna koca bir hareketi karşınıza alacaksınız. Ebru Pektaş, Türkiye İşçi Partisi’dir; Türkiye İşçi Partisi de Ebru Pektaş’tır. “Parti içi meseleyi ifşalamak” suçu ile beni karalamadan önce beni neden dinlemediğinizi sorgulayın. Çünkü yıllardır ısrarla devam ettirdiğiniz bu eleştirileri görmezden gelme ve kulağının üstüne yatma tavrından vazgeçmedikçe ne gerçekten devrimci bir parti ne de iddia ettiğiniz gibi kitlelerin dertlerine ilaç olabilirsiniz.
1 Comment