Mertcan Karakuş a.k.a. Zakkum Kök
Yıl 2008. Bir hafta içi gecesi. Cihangir’de bir ev: yediği içtiği, özellikle de gezip tozduğu ayrı gitmeyen bir grup kırık beyaz yakalı lubunya, ev sahibinin gönül genişliğiyle tezat oluşturan, daracık salona doluşmuşuz. Hande Yener, Apayrı albümüyle direksiyonu elektronik müziğe kıralı iki yıl, adet olduğu üzere sünger çektiği geçmişini ‘bakkal müziği’ olarak tanımlayalı bir yıl olmuş. Camia bu tanımlamadan hiç hoşlanmıyor. Hoşlanmayanların başını gözünü bürüyen para hırsı henüz sosyal medya aracılığıyla gün yüzüne çıkmamış, Hande Yener’in ezeli rakibi/yoldaşı Demet Akalın çekiyor. O zamanlar subliminal mesaj, ürün yerleştirme, gerçek ötesi gibi kavramlardan bihaberiz; medyanın pazarladığı entrikası bol hikayelere can-ı gönülden inanıyor, atışmalarda taraf tutuyoruz. Gecenin sonunda aynı kulüpte buluşsak da, ka (lubuncada kalite, kaliteli) geylerle eğlence anlayışlarımız çok farklı. Onlar, gizli gizli Demet dinleseler de Handeciler. Biz, Hande’ye de boş değiliz ama bize pazarladığı ‘harbiciliğin’ iflah olmaz tüketicileri olduğumuzdan, ekseriyetle Demetçiyiz. Hande, arka arkaya çıkardığı bir maxi single, iki albümle (sırasıyla Hande Maxi, Nasıl Delirdim ve Hipnoz) gece hayatında (öyle bir şey vardı sahi) hızla önem kazanan ‘dans müziği’ pastasından büyük lokmalar koparıyor. Harbiciliği gereği her ne kadar yaptığı müziği savunsa da, bütün pastayı Hande’ye bırakmaya gönlü razı gelmemiş ki, Demet’imiz de elektronik altyapıların kullanıldığı bir albüm çıkarıyor. O gece de ilk klip şarkısı Mucize’nin, ‘dev’ prodüksiyonlu video klibi ilk kez ekranlara gelecek. Kafamızı yapmışız, dört gözle klibi bekliyoruz.

Bu böyle bir anı olarak kenarda dursun; biz konumuza, Hande Yener’in yeni albümü vesilesiyle kendisinin kariyerinin yanardönerliğine geçelim. Neler neler yok ki bu kariyerin virajlarında: ‘fırsatlar ülkesi’ mitinin olmazsa olmazı tezgahtarlıktan keşfedilmek; Arabeskten popa, oradan elektroniğe, oradan tekrar popa, oradan da son dönemeçte tekrar elektroniğe uzanan bir çeşitlilik, irili ufaklı bir sürü atışma, sataşma, tartışma; ‘resmi’ gey divalığının ardı sıra gelen homofobiğimsi açıklamalar; deve kuşu kafaları… Nerdeyse bukalemunlar kraliçesi Ajda Pekkan’ınki kadar sermaye nereden eserse oraya bir kariyer. Gelinen son noktaysa, içinde bulunduğumuz ahval ve şerait düşünülürse bir yanıyla çok şaşırtıcı, bir yanıyla da bir o kadar kurnazca. Art arda felaketlerle dolu 2020 yılında, ‘‘Hande Yener’in yeni albümü’’ yazabiliyor olmak bile bir lüks aslında. Zira hem müzik hem eğlence camiasının emekçileri birer birer işlerini kaybediyorlar. Demet Akalın’ın zaman zaman aynı sahneyi paylaştığı, üç kuruşa sigortasız çalışan sazları, dansçıları, drag queenleri hiçe sayarak yaptığı ve beni artık kendisine tövbe ettiren ‘‘Ben bile idare edemiyorum’’ açıklaması da bu döneme denk düşüyor. İşin kurnazca kısmı ise şu: bir şekilde içe dönmek zorunda kaldığımız bu dönemde, topluca dinlenince bir şekilde gideri olan, eller havaya ‘bakkal müziğindense’, daha katmanlı, daha özenli müzikleri tercih edebileceğimiz, kullandığımız tuvalet kağıdının markasını bile tespit edebilen bir takım algoritmaların gözünden kaçmamıştır, muhakkak. Dolayısıyla Bela Bela şarkısıyla sahilleri sallayacağını düşünen Hande’nin dümen kırması çok da şaşırtıcı değil. Ve fakat Hande’nin bu hamlesini iyi müzisyenliğine yoran, tarihinden habersiz gençlere ufak bir uyarım var: Biz bu filmi daha önce gördük. Katil de, kurbana yatan da belli: Das Kapital.

Biz o gece klibi kaydedip en az yirmi kere izlemiştik. Hem de Demet’in dans hareketlerini taklit ede ede, drag kraliçesi standartlarındaki kostümlerini (kişisel favorim kırmızı payetli kumaştan straplez kesimli, derin yırtmaçlı elbiseydi) öve öve. ‘Geleneksel aile yapısı’ henüz bugünkü ‘hassasiyetine’ ulaşmamıştı o zamanlar tabii. Kendisi de muhafazakarlık dozunu o nabzın şerbetine göre ayarlamamıştı. Demet’in geldiği noktaya bakarsak, Hande’nin elektroniğe dönüşü yine kötünün iyisi, ülkemizin kaderi ‘yetmez ama evet’ kıvamında. Ama kendisine ‘kaliteli’ müziği ilk ziyaretindeki başarısının en önemli etkenlerinden biri (bu çıkışında bana göre en büyük eksiği) olan Mete Özgencil’in şarkı sözlerinden bir kupleyle hatırlatmak istiyorum: ‘‘Bazıları karışır, eşere beşereye, yamulur yumulur çürür.’’